17 Aralık 2014 Çarşamba

Millete Operasyon ''17 Aralık'' Tehlikesinin Belgeseli - TAMAMI : Geçmişte olduğu gibi, 17 Aralık günü siyasi iktidarın sandıkla değil belirli grupların isteğiyle değişmesini isteyenlerin ileri sürdüğü argümanlar sonuçsuz kalmış ,Tüm bu olumsuz sürece ve sonuçlara rağmen, Türkiye ekonomisi 2014 yılında güçlü makroekonomik göstergelere sahipse, 17 Aralık amacına ulaşamamıştır.


Millete Operasyon ''17 Aralık'' Belgeseli - TAMAMI



Paralel deşifre oldu

Yeni mültezimlere dikkat...

Üç gün önce, kıymetli dostum Ardan Zentürk Star gazetesinde önemli bir yazı yazdı. “GLADIO C devreye mi giriyor?” adlı yazısını okumanızı tavsiye ederim.
Aslında Zentürk’ün deneyimli ve dürüst bir gazeteci olarak yazdıklarını tecrübeli vatandaşlarımız pekala biliyorlar. A tipi GLADIO, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra NATO ile kurulmuş olandı ve Türkiye ekonomik zayıflığı nedeniyle Menderes’in ilk bağımsızlık hamlesinden sonra teslim alındı.
Menderes engeli vahşice aşılırken, öğrenci militanlığı, solcuların darbeseverliği ve medyada üretilen mühimmat kullanıldı. Oyunun ön kısmında yolsuzluk iddiaları ve demokrasi söylemleri vardı. Menderes, Zorlu, Polatkan akla gelebilecek her türlü kumpasla iğrenç bir şekilde hal edildi.
Bu infazların baş aktörü sadece cunta değildi, yargı mensupları ve medyaydı. Darbeden sonra “Galiba yanlış bir halt ettik, geri çekilelim” pişmanlığında olan cuntacıları yüksek yargı mensupları infazlar için tehditle ikna ettiler. TSK’nın hiyerarşik yapısı alt üst edilmiş ve milli ordu da teslim alınmıştı.
B Tipi GLADYO’nun ise, dün de yazdığım gibi, A Tipi Gladyo işlevsiz kalması üzerine dini görünümlü bir paralel yapı üzerinden kurulduğunu, hükümet dahil neredeyse çoğumuzun bu senaryoyu yuttuğunu görebiliyoruz.
28 Şubat çok ciddi bir yıkıma neden olmuş olabilirdi. Ancak değil bin yıl, on yıl bile sürecek bir formatlama yapmakta cuntacılar başarılı olamadı, testten geçemediler ve vesayet mültezimliği* ellerinden alındı, paralel yapıya verildi.
1999 yılında Öcalan’ın Türkiye’ye, Gülen’in ABD’ye, Sayın Erdoğan’ın da hapse gönderilmesi bu bağlamda çok anlaşılır.
Bu yapının kendine çok güvendiği, bir üst akıl tarafından yönetildiği, yapının uzun zamandır üzerinde çalışıldığı görülüyor. Darbe davaları ile sanki bir vesayetten kurtuluyormuş havası yaratılırken hem hükümet, hem de halkın komplikasyonları görmeleri önlendi. Hepimizin bu konuda ciddi özeleştiriye ihtiyacı var. Türkiye’nin bir polis devletine dönüştüğü görülemedi. Tepkiler zayıf kaldı. Lakin oluşturulan atmosfer basıncı o kadar yüksekti ki, ben olayların başka türlü gelişebileceğini yine de düşünmüyorum.
Düşünsenize, 122 kişi El Kaide’den tutuklanmış, 17 ay mahkemeye çıkarılmamış, ama öyle bir karartma yayınları yapılmış ki, mağduriyetler gündeme bile gelmemiş. (Taşhiyecilerin haberlerini o dönem ne ilginçtir ki cemaat kadar Doğan grubu da yapmış.)
Sayın Erdoğan dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasına karşı çıktığında kendisine ne kadar öfkelendiğimi de itiraf etmeliyim. Darbelerle yüzleşmekte gedik açıyor diye düşünmüştüm doğrusu.
Demem o ki, geçmişten ders çıkarmak, bu kadar ustaca kurulmuş bir polis devletine karşı yargının harekete geçmesine karşı yaygara koparmak değil, öncelikle büyük resmi görmeyi gerektirir.
Nitekim bugün, paralel yapı içeride ittifak olarak yine o dönem Türkiye’nin vesayetten kurtulmasına karşı teyakkuza geçen kesimlerini yanında buluyor, solcular ve merkez medya aktörleri.
Dönelim GLADYO meselesine... Bir şekilde paralel yapı üzerinden inşa edilmeye çalışılan B tipi GLADYO oyunu bozuldu. Deşifre olmuş olması yeterli, artık kullanılamazlar. Bu yapıyla mücadele belki yıllar sürecek; ama Türkiye’yi kaybetmek istemeyenler yeni mültezimler yaratmaya şimdiden girişmişlerdir. Yani C tipi GLADYO.
“Yabancı bir cisim geliyor” diye daha önce yazmıştım. Sezgilerim bunun  ekonomi üzerinden, ya da içeride başka bir partner yaratılarak olacağını söylüyor. Bunu bilmek benim değil, devletin işi.
Rusya’ya yapılan operasyona da azami dikkat etmekte fayda var.
* Osmanlı’da toprak sisteminde açık arttırma usulüyle, belirli eyaletleri kiraya vermeye iltizam, iltizam sahibi olan kişiye de mültezim denirdi.
YENİ ŞAFAK / MARKAR ESAYAN

Bir 17 Aralık okuması -II

2010 referandumunun ardından Yargıtay ve HSYK gibi kurumlarda attığı adımlar GC’nin bürokrasi içindeki saadet zincirini -yani operasyonel yapılanmasını- tamamlamasını sağladı. Merkezinde polis şeflerinin bulunduğu, savcılar ve hâkimlerle tamamlanmış, 657 sayılı devlet memurları kanunu, Yargıtay ve Danıştay gibi üst yargı kurumları ve yargıyla ilgili idarî organ HSYK ile güvenceye bağlanmış müthiş bir güç ortaya çıkmıştı. GC’nin öz güveni öylesine artmıştı ki, kendine askerî vesayete karşı mücadeledeki rolünden dolayı borçlu olduğunu düşündüğü Erdoğan’dan siyasî otoriteye ait olan yetkilerde ortaklık istemeye başladı. Bu çerçevede MİT’i kontrol altına almak ilk hedefiydi. MİT’te aşağıdan yukarı bir oluşumu zaten vardı ama tavandan aşağı doğru da bir adımın atılması GC’nin MİT’i tamamen ele geçirmesini sağlayacak ve onu ülkede hiç kimsenin rakip olamayacağı bir istihbarat gücü hâline getirecekti. Cemaat gücün merkezinde istihbaratta tekelin yattığına inanmaktaydı. Özal’ın polise açtığı kapıdan giren GC zaten emniyet istihbaratını kontrol etmekteydi. MİT’in de kontrolüne girmesi GC’ni kontrolsüz, rakipsiz, baş edilemez bir güç hâline getirecekti.


   Hükümet ayak sürümekle, bu tür taleplere direnmekle kalmadı. Askerlerin elindeki en büyük dinleme tesisini GC’nin kontolündeki Emniyet İstihbarat’a değil tarihinde ilk defa sivil siyasî denetim altına alınan MİT’e bağladı. Bu GC nazarında affedilmez bir suçtu. İktidar artık ölüm fermanını imzalamıştı. GC’nin rotası hükümetin rotasından tamamen ayrılmaya başladı. GC Kürt meselesine bakışta, dış politikada, özellikle İsrail’le ilişkilerde çok farklı görüşteydi ve bu alanlarda politika belirleyici olmak arzusundaydı. Bu demokratik siyaseten alanına tecavüzdü ama GC hem haklılığına inanıyor hem gücüne güveniyordu. KCK operasyonları, Oslo sürecine komplo böylece ortaya çıktı. Oslo üzerinden yapılan hesaplara göre, MİT müsteşarının tutuklanması Erdoğan’ın tutuklanmasına kadar gidecek yolu açacaktı. 7 Şubat 2012 MİT operasyonu bunun için yapıldı ve iktidarı devirme yolunda en kritik dönemeci teşkil etti. Ancak, Erdoğan’ın müsteşara verdiği “diren” talimatı ve müsteşarın kararlığı operasyonu püskürttü. Bütün bu olaylar cereyan ederken GC’de hükümete öfke gitgide büyümekteydi. Bunun birçok işareti GC medyasındaki haber ve yazı politikasında dışa vurmaktaydı. 17 Aralık’tan ve dershaneler meselesinin patlamasından aylar önce tesadüfen bulunduğum bir Cemaat ortamında Cemaat mensuplarının hükümete öfkesini, Erdoğan’dan nefretini şaşkınlık içinde bizzat gözlemleme imkânı buldum.
GC hükümetin gitmesi arzusundaydı. Bunu siyasî olarak yapacak gücü yoktu. Zaten bir siyasî aktör de değildi. Başka bir yol bulmak zorundaydı. Bütün hazırlıkları buna yönelikti. Sadece Türkiye ile sınırlı kalmayan, tüm dünyaya yayılan ağını harekete geçirdi ve akla gelen her alanda hükümete karşı taarruza geçti. Müthiş bir dalganın gelmekte olduğunu sezen hükümet hâlâ haksız olduğu düşündüğüm bir adım atarak dershaneleri kapatmaya karar verdi. Bu GC için kabul edilemez bir durumdu. Dershaneler Cemaat’in malî fakat ondan da önemlisi beşerî gücünün ana kaynağıydı. Ayrıca, büyük bir propaganda ve meşruiyet aracıydı.
Dershanelere karşı harekete geçmesi GC açısından hükümetin devrilmesini daha âcil bir ihtiyaç hâline getirdi. 17 Aralık bu amaçla tasarlandı veya hızlandırıldı. GC içine gömülü otonom yapılanmanın muazzam bir avantajı vardı. Kırılması, hatta, normal şartlarda, farkına varılması çok zor bir zincir kurulmuştu. Hukukun itibarı ve yargının dokunulmazlığı GC’nin amaçlarının hizmetine koşulacaktı. Operasyonel güçler devlet görevlisiydi ve hukukun arkasına sığınma imkânına sahipti. Neredeyse hiç kimse böyle bir gücün varlığından haberdar değildi. 17 Aralık başarılı olsaydı Erdoğan harcanmış, Ak Parti tam denetim altına alınmış ve Cemaat’in elinde oyuncak bir hükümet kurulmuş olacaktı. Ve biz T. C. vatandaşları gerçekte nasıl bir ülkede yaşadığımızın farkına varmaksızın bir cemaat devletinin kanatları altında mutlu mesut yaşayacaktık! Bunları 18 Aralık 2013 günü yazamazdım. Hatta hayal dahi edemezdim. Belki de hiç kimse bunları yapamazdı. Şimdi ise olguyu görmemek için ya çok saf olmak, ya Hükümet düşmanlığıyla gözü bağlanmış olmak ya da otonom yapılanmayla bir şekilde -açık veya örtülü, doğrudan veya dolaylı, gönüllü veya gönülsüz- ittifak içinde olmak gerekir. Sadece şu gerçek bile olanı biteni tespit etmeye yeterli: Nasıl oluyor da 17-25 Aralık’ta ve daha öncesinde KCK operasyonlarında aktif görev alan polis şefleri ve yargı mensupları hep aynı kişiler ve GC mensupları oluyor? GC’nin bu olanlarla ilgisi yoksa niçin GC yayın organları blok hâlinde aynı argümanlar ve tarzlarla kolektif bir savunmaya giriyor? Sanıklar nasıl oluyor da talimatla bir merkezden emredildiği anlaşılan ortak eylem biçimleri geliştiriyor?
   17 Aralık patlak verince Ak Parti’nin birçok önde geleni toz oldu. Gezi’de de böyle olmuştu. Parti ileri gelenlerinin, hatta bakanların birçoğu şu veya bu sebeple sindi. Kimisi aylarca konuşmadı. Hâlâ susanlar, vaziyeti idare etmeye çalışanlar var. Buna karşılık, başta Oral Çalışlar, Etyen Mahçupyan, Gülay ve Göktürk ve bendeniz olmak üzere Ak Parti ile hiçbir organik ilişkisi olmayan bazı demokrat aydınlar operasyona karşı çıktı ve bunun bir darbe ve/veya siyaseti dizayn teşebbüsü olduğunu söyledi. AK Parti’ye sempatisini saklamayan R. O. Kütahyalı da kanının son damlasına kadar yeni vesayet kurma teşebbüsüyle mücadele edeceğini haykırdı. Ancak, oyunu asıl bozan Erdoğan’ın direnmesi oldu. Bu direniş bir taraftan toplumun ne vuku bulduğuna vakıf olmasını bir taraftan da AK Parti’nin ve hükümetin yavaş yavaş toparlanmasını sağladı
YENİ ŞAFAK / ATİLLA YAYLA

Geriye kala kala suç örgütü kaldı!

17-25 Aralık darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçti.  Amaç hükümeti yıkmak, başarılamazsa 30 Mart’ta seçimlerde oyunu yüzde 40’ın altına düşürmekti. Cemaatin niyetinin kötü olduğunu herkes biliyordu. Son on yılda devletin önemli kademelerinde –özellikle Emniyet, yargı, TİB gibi yerlerde– cemaatin kadroları vardı. Son on yılda tek bir yolsuzluk dosyası bulamamış cemaatin rüşvet ve yolsuzluk adı altında başlattığı darbe girişimi halkta bir etki yapmadı.
İllegal yollarla elde edilmiş tapeleri yayınlayarak halkın hükümete sırt çevireceğini düşündüler Sonuç ortada. Darbe girişiminde bulunanlar şimdi hesap veriyorlar, daha da verecekler. Pensilvanya artık bir suç örgütüdür, başka da bir şey değildir.  Eskiden cemaate çete diyen, “Bunlar insanları suçsuz yere içeri atıyor” diye beyanatlarda bulunanlar şimdi cemaatin safındalar. Çünkü ortak düşmanları aynı. Eskiden birçok gazeteci tutuklanırken, basın özgürlüğü akıllarına gelmeyenler şimdi Ekrem Dumanlı ya da Hidayet Karaca gözaltına alınınca kıyameti koparıyorlar. İsrail Gazze’de 10 gazeteciyi öldürürken ağzını açmayanlar, Ferguson’da no-fly zone (uçuğa yasak bölge) ilan edip havadan bile gazetecilerin görüntü almasını engellerken sesi çıkmayan AB ve ABD basın özgürlüğünden bahsediyor.
İçerideki sömürge yazarlar zaten AB ne derse baştacı ediyor.  Halbuki içerideki sömürge aydınlar cemaatin ne olduğunu, kimleri nasıl içeri attığını çok iyi biliyor. Kurulan kumpasların, atılan kazıkların farkındalar. Şimdi bakın 17-25 Aralık darbe girişiminde cemaatin isimleri nasıl seçtiğini ve kumpas kurduğunu anlatalım.  Egemen Bağış AB’den sorumlu bakandı. Erdoğan’a en yakın isimlerden biriydi. Sempatik ve diyaloğa açık biri. Sanat dünyasıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, farklı inanç gruplarıyla, toplumun farklı kesimleriyle çok iyi bir diyalogları olan biri Bağış. Avrupa’da İslam’a hakaret üzerinden siyaset yapan aşırı sağcılara yüklenen biri. Kendi bakanlığında paralel yapılanmaya asla müsaade etmemiş. Dershaneler meselesi çıktığında 10 Aralık tarihli bir televizyon programında “Cemaat cemaatliğini bilsin” dedi. Cemaat bu açıklamadan sonra Egemen Bağış hakkında topladığı ne varsa piyasaya sürmeye başladı.
O zamana kadar adı hiçbir şaibeye karışmadığı halde 17 Aralık’ta hiç bir zaman gerçekleşmemiş olaylar (vize, otel, medyaya baskı) olmuş gibi gösterilerek bir anda hedefe konuldu. Bir kısmı montaj olduğu anlaşılan tapeler piyasaya sürüldü. Erdoğan’ın en güçlü bağlarından birini kopararak neo-conlara baskı yapılması da engellendi.
Cemaatin Erdoğan’ın en yakınlarından bir ismi itibarsızlaştırmak, Erdoğan’ı yalnızlaştırmak için neler yaptığının en bariz örneği bu. Şimdi bunu yapan bir cemaatin iyi niyetinden bahsedilebilir mi? İnsanlar hakkında yıllarca dosya tutup, darbe planında insanların onurlarıyla oynamak hangi hukuka, ahlaka sığar?
Sonuçta cemaat 7 Şubat’tan KCK’ya, 17-25 Aralık’tan 28 Mart’ta Dış İşleri Bakanlığı’ndaki gizli toplantıyı yayınlamaya kadar affedilmez günahlar işledi. Şimdi bunların bedelini en ağır şekilde ödeyecek. Kimsenin bundan şüphesi olmasın. Önce 22 Mart’ta bu çetenin polis ayağına ciddi bir hesap soruldu. Böcek soruşturmasıyla ilgili çok ciddi iddialar halen yargı aşamasında. Böcek iddianamesini okuyunca çok sağlam iddiaların olduğunu ve yargılananların işinin zor olduğunu görüyorsunuz.
Şimdi üçüncü ayak olarak 14 Aralık’ta Taşhiyeciler operasyonunda kurulan kumpas ortaya çıkarılıyor. Bundan sonra daha çok dava gelecek. Geçmişte kumpas kuran ne kadar polis, hakim, savcı, gazeteci varsa hepsine hukuk içerisinde hesap sorulacak. Ve bu örgüt, yani Pensilvanya çetesi ömrünü Silivri’de tamamlayacak. Türk devletinin gücünün ne olduğunu da dost, düşman herkes görecek.
Yeni Şafak’ta yazarlığa 2012 Haziranı’nda başlamıştım. İkinci yazım “Cemaatin bir kanadı iktidar ortağı mı?” idi. O yazıda cemaati 7 Şubat hadisesinden ötürü uyarmış ve ayağınıza kurşun sıkmayın demiştim. Hükümetle girdiğiniz savaşı asla kazanamazsınız ve bedeli ağır olur demiş ve şöyle yazmıştım: “Eğer Cemaatin ‘şahin kanadı’ Hakan Fidan olayında olduğu gibi kendisine güç devşirmeye çalışıyor ve iktidardan pay istiyorsa büyük bir hata yapıyor. Çünkü demokratik toplumlarda ülkeyi, Meclis’ten güvenoyu almış seçilmiş hükümetler yönetir. Meşruiyetin temel kaynağı budur. Cemaat’in bu ‘şahin kanadı’ eğer kendini iktidara ortak sayıyorsa ayağına kurşun sıkıyor demektir...
Ve yine bu ‘şahin kanat’, iktidar kavgalarında seçilmiş hükümet karşısında pek şansının olmadığını biliyordur. Elinde yürütme erkini tutan hükümet kendisine rakip olacak dışarıdan bir güce asla müsaade etmeyecektir.”
Sonuç ortada. Cemaat kaybetti. Kaybetmeye de mahkum. Eskilerin bir lafı vardır: Kötü niyetle iyi murada varılmaz. Cemaat kötü niyetliydi ve Türkiye’nin iyiliği için çalışan ve uğraşan Erdoğan ve AK Parti bu savaşı kazandı. Ne AB ne de ABD cemaati bu saatten sonra kurtarabilir. Cemaatten geriye kala kala bir suç örgütü kaldı. Bize de ancak geçmiş olsun demek düşer.
YENİ ŞAFAK / CEM KÜÇÜK

“O Fethullah Gülen buraya gelecek!”

Geçen yıl 25 Aralık’ta, Bandırma Cezaevi’ne düzenlenen 1999 Noel Baba Operasyonu sonrası dava açılan tutukluların ve aralarında bulunan Yakup Köse’nin cezası Yargıtay’da onandığında, hepimiz biliyorduk, bu paralel yapının bir infazıydı. 17 Aralık’tan 25 Aralık’a doğru ilmek ilmek planlanan süreçte domino taşları Gülen Örgütü’nün istediği gibi düşseydi sıra Recep Tayyip Erdoğan’a gelecekti. Olmadı. Öfkeden kuduran paralel yapının misilleme için döndüğü ilk adresti Yakup Köse. Yargıtay’ın dağıttığı 236 yıl hapis cezasından Köse’ye de 6 yıl 8 ay düştü.
Birkaç gün önce, 14 Aralık Operasyonu sırasında Twitter’a “O Fethullah Gülen buraya gelecek!” yazdığı için yine paralellerin hedefinde o vardı. Twitter’dan ısrarla nasıl alınacağına, kendisine nasıl hesap sorulacağına dair aldığı tehditlerin üzerinden çok vakit geçmedi. 15 Aralık’ı 16 Aralık’a bağlayan gece yarısı evine doğru giderken yolculuk yaptığı belediye otobüsü üç sivil araç tarafından durduruldu. Zor kullanılarak yere yatırıldı. “Senin Cumhurbaşkanı’nı da Başbakanı’nı da tanımayız” cümleleri arasında araçlardan birine bindirildi. İçinde kimlerin olduğu belirsiz camları siyah filmle kaplı beyaz Renault ve diğer sivil araç başka bir yöne seyrederken diğer araç Köse’yi polis karakoluna götürdü. Evi adresi belliydi Köse’nin, kimse evine gitmedi. Kimliği üzerinde yoktu, zaten kimse kimliğini de sormadı. Neden zor kullandıklarını, üzerine abandıklarını sorduğunda, üzerinde bomba olabileceği, hakkında intihar eğilimi bilgisi olduğu söylendi. Jitem’i hatırlatan beyaz Renault’lar, siyah filmli camlar, otobüs durdurmalar... Efendim? 90’lar mı dediniz?
Ertesi gün Gaziosmanpaşa Adliyesi’ne getirildi Yakup Köse. İki gün önce Ekrem Dumanlı’nın dünya medyasına şov yapıp çarşaf çarşaf poz vermesini ne hikmetse engelleme gayreti göstermeyen polis, bir avuç gazeteciye Köse’nin bir kare fotoğrafını vermemek için kırk takla attı. Herkes biliyordu ne olduğunu, ‘dönemin Başbakanı’ Erdoğan’ı içeri atamayanlar, Yakup Köse’yi içeri alarak tatmin oluyordu. Köse “O Fethullah Gülen buraya gelecek!” dediği için cezalandırılıyordu. Onun çocukluğunu çalmışlardı, şimdi de çocuklarının çocukluğunu çalıyorlardı. Paralel yapı dönüp dolaşıp öfkesini ondan nasıl çıkartmaya çalışıyordu ama, tuz buz edemediği, sindirip tehdit ve şantajla kuklası yapamadığı sert bir kayaya çarpıyordu. Yargıtay’ın mahkumiyetini onadığı o meşhur 25 Aralık gününün ertesi günü Milat Gazetesi’nde kaleme aldığı köşe yazısında şöyle diyordu Köse: “Darbe davalarıyla ilgili olarak, “Bana dokunan bir yanı vardı, yaşlı başlı adamlar böyle orada hesap verince ciğerim yanıyor benim. Elimde bir imkan olsa, ben onların hepsine serbestsiniz derim” diyecek kadar ‘rikkat’li bir kalbe sahip olan ABD’de mukim emekli vaizin fetvasıyla bize işkence yapanlar, Noel’iniz kutlu olsun! Gün sizin gününüz, ama sadece bugün; ya yarın!” Metris’e doğru götürüldüğü arabaya bindirilirken de söylediklerinden vazgeçmiyor ve şöyle bağırıyordu Köse: “Fethullah Gülen gelecek, hesap verecek!”
Sadece onun yaşadıkları bile, paralel yapıya karşı yumuşama eğiliminde olan ve mücadelenin daha başlangıcında, 14 Aralık’ta mızıkçılık yapmaya başlayan herkese tokat gibi bir cevap aslında. Bunlar, Allah göstermesin, bir gün es kaza başarılı olursalar, gücü ele geçirdikleri an, aynı Mısır’da olduğu gibi, İstanbul sokaklarında kendilerine muhalif herkesi teker teker vurur, yüzer yüzer içeri tıkarlar.
*****
Yakup Köse, 28 Şubat döneminde 14 yaşında bir çocukken, katıldığı bir eylemde, televizyonda gördüğü ve anlamını bilmediği ‘İBDA-C selamı’nı yaptığı için gözlerine maske, başına çuval geçirilmek suretiyle basılan evinde gözaltına alınmış, tutuklanmış ve idam cezasına çarptırılmıştı Köse. İdam hükmünün bozulmasının ardından cezası 18 yıl 8 ay hapis cezasına çevrilmişti. 1999’da Bandırma Cezaevi’ne düzenlenen ‘Noel Baba Operasyonu’nda ‘askere karşı isyan’ ve ‘yangın çıkarma’ iddiasıyla suçlanmıştı. Bir kişinin hayatını kaybettiği, 10 kişinin yaralandığı Bandırma’daki Noel Baba Operasyonu’nda koğuştaki mescidi kaldırmaya çalışan jandarmaya direnen mahkumlara, cezaevinin çatısından molotof kokteyli ve biber gazı atılmasının ardından G3 silahlarla ateş açılmıştı. Geçiyorum bu operasyona çok benzeyen Hayata Dönüş Operasyonu’nun dillerden düşmeyip Noel Baba Operasyonu’nun pek çok kişinin hafızasında yer etmeyişini. Geçiyorum Hayata Dönüş Operasyonu’nun ardından tutuklulara açılan dava beş yıl önce düşerken Noel Baba Operasyonu’nun ardından açılan davanın peşini bu kez de paralellerin bırakmayışını... Geçiyorum düzenlenen operasyonun gaddarlığını, uygulanan orantısız gücü ve alçaklığını... Yakup Köse o gün hastalanmış ve hastaneye sevki gerçekleşmişti. Köse hastaneden cezaevine getirildiğinde, kapının önünde itfaiyeler vardı, yani içeride hareketlilik olduğu belliydi. Buna rağmen Köse, koğuşa ölüme gönderilmişti.
Köse’nin hastane kayıtları var. Köse’nin içeriye yani ölüme gönderilmesinin kamera kayıtları var. Ancak ortada söz konusu görüntülerin istenmesi talebini reddeden bir hakim de var. Tüm bunlar ortadayken adaletten söz etmek mümkün değil. 14 Aralık’a ‘rövanşizm’ diyenler, ‘intikam operasyonu’ diyenler, ‘basın susturuluyor’ diye bol keseden atanlar, ‘Tahşiyeciler’e gelince, Yakup Köseler’e gelince kafasını çevirenler, bu yıl da Noel’iniz kutlu olsun.
YENİ ŞAFAK

17 Aralık ve Yeni Ekonomi

Türkiye, siyaset ve ekonominin birbirinden ayrılamayacağı ülkelerden birisidir. Öyle ki, siyasi iktidarın başarısı ve performansı ülke ekonomisiyle daha doğrusu ekonomide gösterilen performans ile eşdeğer tutuluyor. Ülke tarihinde yaşanan birçok ekonomik kriz sonrasında, iktidarın değişmesi de bu durumu açıkça gösteriyor.
Diğer yandan, halkın iradesinin yansıdığı iktidarı şekillendirmek ve devlet kurumlarını seçilmiş iktidar aracılığıyla değil belirli grupların menfaatine göre yönetmek isteyenlerin bu amacı yerine getirmek için kullandığı araç da ekonomi olmaktadır. 
Geçmişte birçok kez yaşanan bu durum, 17 Aralık girişiminde de araçsallaştırılarak ekonominin negatif olarak etkilenmesi amaçlanmıştı.  Geçtiğimiz dönem, 17 Aralık sürecinin etkisinin ekonomik göstergelere yansımasını arzu edenlerin çabalarına sahne oldu. Amaç, Türkiye ekonomisinde belirsizlik ortamı oluşturmak, büyüme potansiyelini baskılamak ve bununla birlikte ekonomideki olumlu seyri ortadan kaldırmaktı.
17 ARALIK’IN MALİYETİ
Son 2 yılda ekonominin maruz kaldığı, başta Gezi süreci olmak üzere, 17-25 Aralık girişimleri ve küresel konjonktür dolayısıyla ekonomiye verilen şoklar, başka hiçbir ülkede yaşanmamıştır. Bu bağlamda, 17 Aralık operasyonunu yalnızca siyaseti hedef alması dolayısıyla değil, ekonomiyi merkeze koyarak bir kriz algısı oluşturma çabası olduğu için, ekonomiye yapılan bir darbe girişimi olarak kabul etmeliyiz.
Geçmişte olduğu gibi, 17 Aralık günü siyasi iktidarın sandıkla değil belirli grupların isteğiyle değişmesini isteyenlerin ileri sürdüğü argüman, Türkiye’de bir ekonomik krizin eşiğinde olduğumuzdu. Özellikle iç ve dış organlar ile yürütülen bu kampanyayla, tıpkı Gezi olaylarında olduğu gibi, ülkede politik ve ekonomik belirsizliğin hâkim olduğu, ciddi bir kaos ve karmaşa ortamının varlığı algısı oluşturulmaya çalışıldı.
Türkiye ekonomisinin güçlü ve dayanıklı yapısına rağmen, Gezi gibi 17 Aralık darbesinin de ekonomiye negatif yönde bir etkisi oldu. Ülkede faizlerin yükselmesiyle beraber, ülkenin yatırımları önemli ölçüde yara almıştır. Yatırımlara yapılan bu darbeyle birlikte, sahip olduğu üretim potansiyelini kullanamayan ülke ekonomisi yüksek büyüme rakamlarına ulaşamamıştır.
Diğer taraftan, ülke risk primini yükseltmek ve ülkeye yabancı yatırımların gelmesini engellemek için, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi görünümü üzerinde spekülatif değerlendirmelerde bulunulmuştur.
Ancak unutulan, Türkiye’nin 1990’lı yıllarda olduğu gibi en küçük bir siyasi belirsizlikte darmadağın olan ekonomik yapısını geçmişte bıraktığıdır. Eski Türkiye’nin ekonomi alışkanlığıyla hareket edenler, yeni Türkiye’nin yeni ekonomisinde temel makroekonomik göstergelerinin diğer ülkelerle karşılaştırılmayacak şekilde iyi olduğu gerçeğini gözardı etmişlerdir.
17 ARALIK VE SONRASI
Tüm bu olumsuz sürece ve sonuçlara rağmen, Türkiye ekonomisi 2014 yılında güçlü makroekonomik göstergelere sahipse, 17 Aralık amacına ulaşamamıştır. Tüm çabalara karşın, G20’de dönem başkanı olan, pozitif büyüme sürecini devam ettiren, yatırımlarına kararlılıkla devam eden bir ülke ekonomisine sahibiz.
Ayrıca, Türkiye’de, enerji alanında yeni ortaklıklarla enerjide merkez ülke konumuna hızla yükselen, ekonomideki yapısal sorunları çözmek adına yapısal dönüşüm reformlarını planlama ve uygulama kararlılığını gösteren, 2023 Türkiye’si için Yeni Ekonomi’yi tüm vesayet güçlerinden bağımsız kurmaya çalışan bir irade ortaya konulmaktadır. Bunun arkasındaki en önemli güç de siyasi istikrardır.
Bu nedenle 17 Aralık, ülkenin ekonomik ve politik dinamiklerinin belirli grupların etkisiyle değişmeyeceğini göstermesi bakımından bir milattır. Ülke ekonomisinin belirli kesimler tarafından belirleneceği düşüncesi, Yeni Ekonomi önündeki en güçlü bariyerdi. 17 Aralık’ın amacı çok farklı olsa da, Yeni Ekonomiye darbe vurmak isteyenlerin gerçekle yüzleşmesini sağlamıştır.
Ancak siyaseti ve dolayısıyla ekonomiyi vesayet altına almak isteyenlerin çabalarından tamamen vazgeçtiğini söylemek için henüz erken. Son dönemlerde ekonomide, başta kurlarda meydana gelen hareketliliği kasıtlı olarak siyasi belirsizliğin artışına bağlayanlar, bu algıyı devam ettirmek için uluslararası basını da kullanarak çabalarını sürdürmektedirler.
Dolayısıyla, bu süreçte Yeni Türkiye’nin Yeni Ekonomi'sini kurmak adına yapılacak olan, siyasi ve ekonomik istikrara sahip çıkmaktır.

YENİ ŞAFAK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder