13 Ocak 2016 Çarşamba

ŞEYH SAİD HADİSESİNİN GÜNÜMÜZE YANSIMASI VE DIŞ MİHRAKLAR : Şeyh Said hadisesi üzerine yapılan tartışmalarda sıkça gündeme getirilen en önemli noktalardan bir tanesi de bu isyan içinde olduğu iddia edilen dış mihrakların rolüdür.


Bu konuda özellikle bir ülkeden bahsedilir ve belki de bilerek böyle yapılır. Çünkü bölgede İngilizlerin birtakım gizli saklı faaliyetlerinin olduğu aşikârdır. Şeyh Said’in de böyle bir bağlantısı olduğunu ortaya koyup, vatanı bölmek suçuna bir de casusluk suçlaması eklemek için yoğun bir çaba harcanmıştır.

Bu husus gerek gazetelerde, gerek mahkemelerde çok yazılıp çizilmesine rağmen, İngiliz iş birliği ciddi anlamda ispata muhtaçtır. Buna rağmen muhakeme safhasında bilerek bu konu zaman zaman mahkeme heyetince de gündeme taşınmış fakat hiçbir zaman dayanak bulunamamıştır. Aksine bu işin içinde İngilizlerin parmağının olmadığını ispat eden sebepler vardır.

Bu anlamda Ankara’nın isnat ettiği suçlamalardan en önemlisi Musul ve Kerkük’ün kaybının bu olaya bağlanmasıdır. Israrla Kürtçü olarak lanse edilen isyanın, Türk ordusunun Musul’a girişini engellemek için İngilizler tarafından çıkartıldığı veya desteklendiği iddia ediliyordu. Hâlbuki Musul’dan Lozan’da vazgeçilmişti. Velev ki öyle olsun, bu olay Ankara’nın elini kolaylaştırırdı.

Yine aynı konudan başka bir örnek daha verebiliriz. Bu olay Ankara’nın dediği gibi bir Kürt hareketi olsaydı ve başarıyla sonuçlansaydı Musul’daki Kürtlerle birleşme kaçınılmaz olurdu. Bu da tamamen İngilizlerin aleyhine bir duruma sebep olurdu. Çünkü hava kuvvetlerine rağmen Musul’daki Kürt hareketini bastırmakta zorlanan İngiltere, birleşme olması durumunda ortaya çıkacak bu büyük güçle baş etmekte zorlanacaktı. Bu bütün planlarının bozulmasına ve petrol hayallerinin suya düşmesine sebep olurdu.

İngilizlerin bu işin içinde olmadığının en önemli delili ise Sevr Antlaşmasına dayanıyor. Çünkü bu proje sonrasında Anadolu’nun doğusunda Ermenistan devleti kurmak isteyen İngilizler, çok sert bir tepki ile karşılaşmıştı. Bu tepkinin tek kaynağı Türk-Kürt ittifakıydı.

Şeyh Said’in İngilizler ile olan ittifak iddialarını dayandırdıkları sebep ise aşırı derecede komiktir aslında. Bu konu ile ilgili vesika olarak kabul edilen şey bir İngiliz silah fabrikasının broşürüdür. Hayali bir Kürdistan Savunma Bakanı adına gönderildiği öne sürülen broşür, Diyarbakır Postanesi’nde bulunmuştur. Gelmiş olduğu adres, isim ve gönderi bilgileri ise meçhuldür.

Bu direnişin bir Kürt hareketi değil de İslami bir kıyam olduğuna dair yüzlerce vesika olmasına rağmen Şeyh Said olayı, yıllarca Kürtlerin sindirilip bastırılması için sözde ihanetlerine delil olarak kullanılmıştır.

Şeyh Said hadisesinin neticeleri, yakın tarih cihetinden çok önemlidir. Neticede bu hareket bahanesiyle demokrasi askıya alınarak partiler yasaklandı. Basın hürriyeti kaldırıldı, İstanbul’daki muhalif gazeteciler tutuklanarak hapse atıldı ve muhalifler sindirildi. Din aleyhtarı icraat sıkılaştırıldı ve tekkeler kapatıldı. Bunun neticesinde doğuda yaşayan ve halka tesir etmesinden korkulan aşiret reisleri ile din âlimlerinin tamamı aileleriyle batıya sürgün edildi.

Osmanlı’nın 400 yıl boyunca başarıyla hâkim olduğu bölgede genç Cumhuriyet, 10 yıl içinde bu büyük mesele içinde boğulmuştur. Bu sebepledir ki, Kürtler Cumhuriyet Türkiyesi'ni Roma Devleti’nin devamı olarak görürler. Hâlbuki Kürtlerin Osmanlı ile bütünleşmesi o kadar başarılı olmuştur ki; onu kendi devleti olarak kabul etmişlerdir.

Ulus devlet kavramını oturtabilmek adına bir ülkenin kültür çeşitliliği olan milletleri sindirme politikası izlendi ve ret, inkâr, asimile, tenkil ve tedip yoluyla Türkleştirme yoluna gidildi. İşte bu politika yıllar sonra PKK belasının ortaya çıkmasına ve Kürt halkının da bu anlamda kullanılmasına zemin hazırlamıştır.

TÜRKİYE GAZETESİ / Mehmet Fatih Oruç



PKK’lıların kimliği

Rusya, İran ve Suriye HDP’ye kaşıkla verir kepçe ile alır. Ne hazin bir tecelli ki, İslam Dünyasının dinine en bağlı Kürtlerini ateist, zerdüşt, komünist, anarşist ve son derece gafil Kürtler temsil iddiasında bulunuyor.


Allahü teala ihmal etmez imhal eder (tövbeleri için mehil verir) Kandil, PKK ve onların ayrılmaz parçası olan HDP yetim, dul, terörden zarar görenlerin gözyaşları ve şehitlerin kanları içinde boğulacaklardır. Bunlar Kürtlerin değil, Kürtleri İslamiyetten ve Türklerden koparmak isteyen emperyalist güçlerin taşeronudur.


Damarlarında zerre kadar Kürt kanı; geni ve DNA’sı olan bu vahşeti yapmaz. Bunların tamamına yakını dış ülkelerdeki gerilla kamplarında eğitim gören ve Kürtçe öğretilen dış ülkelerin elemanıdır. Bu görüş Savcı Sayan’ın görüşüdür. Ve tamamiyle doğrudur.


“Zulme rıza zulümdür, Küfre rıza küfürdür.” PKK’ya destek verenler bu uçuruma yuvarlanır. Uluslararası af örgütü Rusya’nın Suriye’de katliam ve tahribatını açıklamıştır. Putin gizli olarak hazırlattığı sarayında oturamayacaktır.
Yaşlı bir Kürt asıllı vatandaşımızın çığlığı PKK’nın ve onu destekleyenlerin çirkin ve vahşi yüzünü teşhir ve teşhis ediyor. Bu vatandaşımız PKK’nın yaptığını gâvur yapmaz demektedir. Evet gâvurun Rıza-i ilahiye uymasa da bir inancı vardır. PKK ise Allahü tealaya, Peygamber Efendimize (Sallallahü aleyhi ve sellem) ve Kur’an-ı azim'üşşâna inanmıyor. “Her hikmetin başı Allah korkusudur.” PKK ve onu destekleyenlerin kalbinde toz zerresi kadar iman ve Allah korkusu olsa bu vahşeti yapamazlar.


PKK ve onları destekleyenler dış güçler adına camileri yakıyor. 29 cami kapalıdır. Kültür merkezleri ve içinde 40 bin kitap da yakılmıştır. Halkın ev ve iş yerleri yakılıp yıkılıyor. Hastaneler ve okullar yakılıyor. Elektrik, su, doğalgaz ve telefon tesisleri imha ediliyor. Peki kimin adına? Elbette İran, Suriye, Irak, Rusya, Almanya, Ermenistan ve İsrail adına yapılıyor. Ama Kürtler bilsin ki, asla ve asla Kürtlerin adına yapılmıyor.

Türkiye’de solcu ve Batıcı olmanın özellikleri; Laikliği dinsizlik olarak bilir. Türkiye halkının değerlerine yabancı ve halkın dinine, diline, örf ve âdetlerine, tarihine, mazisine, Osmanlıya ve kültürüne düşmandır. PKK kendisine destek vermeyen Kürtlerden intikam almaktadır. Zaten birçoğu Ermeni asıllı ve emperyalist güçlerin gerilla kamplarında yetiştirilen ve Kürtçe öğretilen İslam ve Türk düşmanı teröristlerdir. Daha geçen gün yakalanan teröristler dahi kameralar karşısında yakalandıklarında "istavroz çıkarmışlar", yani haç işareti yapmışlardır.



PKK maşadır

Kandil ve emrindeki PKK, asla ve asla Kürtleri temsil etmiyor. Zaten bunların büyük çoğunluğu Kürt görünen Ermeni ve Yahudi'dir. PKK içinde aldatılmış ya da ateist, Zerdüşt yapılan İslamiyet ve Türk düşmanı Kürtler vardır. Ama son derece azınlıktır.

Müslüman Kürt cami yakmaz, masum insanları katletmez, yücelerden yüce Kur’an-ı kerime hiçbir saygısızlıkta bulunmaz. Başkalarının evine zorla girerek evlerin hanelerin tahribatına sebep olmaz. Peki bu kadar alçakça işi kimler yapmaktadır? Bu işin müsebbipleri "Kürt" postuna bürünmüş Ermeniler ve Ehl-i sünnet düşmanı İranlı asker ve teröristlerdir. Birkaç yıl önce Ermeni Patriği Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kürt görünen yüz binlerce Ermeni olduğunu açıklamıştı.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtından sonra ASALA denilen terör örgütü türemiş ve 40 kişinin üstünde Dışişleri Bakanlığımızın Türkiye dışındaki personelini katletmiş idi. Daha sonra Fransa’nın bir havaalanında Türk bürosuna yaptığı saldırıda Fransızlardan da ölenler oldu. O tarihe kadar ASALA’ya yardım eden Batılılar o saatten sonra ASALA’yı asalak olarak görmeye başladı.
ASALA dünya kamuoyunda desteğini kaybedince Türkiye’deki Kürt görünen Ermeniler PKK’yı kurdular. Ve yine o tarihte gençliğin verdiği ateş ile Kürtçeyi dahi bilmeyen Öcalan’ı PKK’ya lider yaptılar. Şimdilerde Öcalan Türkiye’nin bölünmesine karşı olduğu ve çözüm sürecinin devamını istediği için onu saf dışı bıraktılar ve Kandil’deki katiller PKK’yı ele geçirdi.

HDP ise PKK’yı destekleyen Kandil’in emrindedir. Son günlerde Kandil’de gerçekleştirilen 10 günlük bir görüşmeden sonra HDP içindeki çözüm süreci taraftarlarını ihraç etmiştir. PKK ve Kandil asla bağımsız değildir. Bunların arkasında Türk ve İslam düşmanı emperyalist ülkeler yani İran, İsrail, Almanya, Rusya, Suriye ve Irak başta gelmektedir.

Yakın zamana kadar PKK’ya doğrudan destek veren ABD şu anda Suriye’deki PYD ve bunlar vasıtası ile PKK’ya destek vermektedir. PKK’nın bu kadar silahı para ile satın alması mümkün değildir. Ve bu silahlar başta Almanya ve İran olmak üzere dış güçler tarafından verilmiştir.

ABD, Rusya, İsrail, İngiltere ve Almanya Orta Doğu’daki Sünni ülkelere karşı İran’ı desteklemektedir. İran asırlardır Orta Doğu’nun fitne kaynağıdır. İran’ın tarihine baktığımızda bu ülkenin bir Hıristiyan ülke ile savaşı asla olmamıştır. Osmanlının Batı’ya ve okyanuslara açılmasını ve İslamiyeti yaymasını da hep İran engellemiştir.

Ülkenin gelişmesini istemeyenler


2015 yılı 7 Haziran seçimlerinin sonucunda siyasi istikrarsızlık ile ekonomide zor günler yaşadık. Ama yine de 200’ü aşkın ülke içinde yüzde 4 kalkınma hızı ile 7. olduk. Türkiye son derece büyük yatırımlarla gelişmektedir. Türkiye güçlenirse Osmanlı yeniden kurulmaz ama Osmanlının rolünü üstlenir.

Türkiye’nin ekonomik gelişmesini önlemek için başta Almanya olmak üzere diğer dış güçler ve içerdeki ülke düşmanı “Beyaz Türkler” birkaç ağacı bahane ederek ülkeyi karıştırdılar. Bu olayların ülkeye zararları milyarlarca dolar olmuştur.


O dönemde Gezi Platformundakilerin istekleri ülkeye ne denli zarar vermek istediklerini gösterir gibi idi: 3. Havaalanı, 3. Köprü, İstanbul Kanalı, hızlı tren, Marmaray, Avrasya Tüneli ve daha niceleri yapılmasın idi. Peki ama bu istekleri kimin adına yapıyorlardı?


Elbette küresel sermaye ve "Boğaziçi baronları" adına yapıyorlardı. Gezi eylemleri ile iktidarı yıkamayanlar ABD ve İsrail emrinde 17 ve 25 Aralık darbelerini yaptılar. Bunun da mali yıkımı yüz milyarlarca dolar oldu.
Demirtaş HDP ve PKK taraftarlarını sokağa döktü. 50’nin üstünde insan öldü ve yüz binlerce dolar zarar oldu. AK Parti iktidarını yıkmak için geçmişte birbirini katledenler omuz omuza verdiler. 7 Haziran 1 Kasım arasında ekonomide çöküntü yaşandı.


1 Kasım’da siyasi ve ekonomik istikrar olunca bu güçler sahneye PKK’yı sürdüler. Nihai hedef Türkiye’nin güçlenmesini önlemektir. PKK taşerondur. Aslında Türkiye PKK ile değil İran, Suriye, İsrail, Almanya ve dolaylı olarak ABD ile savaşmaktadır. Bunlara ilaveten Boğaziçi baronları, Beyaz Türkler ve Türkiye-İran savaşından İran’ın yanında yer alırım diyenler bu savaşın taraflarıdır.
Diyarbakır’da Sur içinde 500 yıllık camiyi kim ne için yakmıştır? Bu cami Diyarbakır’ı Safevi (İran) işgalinden kurtaran komutan adına yapıldı. Ve İran bu camiyi yakarak intikam aldı. Bu işte ateist PKK’lıları da kullandı. S. Arabistan liderliğinde 34 İslam ülkesinin terörle mücadele ittifakı güzel bir gelişmedir.


1000 yıl içinde Kürtlere PKK kadar zulmeden olmamıştır. Zaman Türkiye’nin ve İslam Dünyasının lehine çalışmaktadır.

 Emperyalist güçler yakın bir gelecekte Orta Doğu ve İslam ülkelerinden defolup gidecektir. (İnşallah)
Siyasi hadiselerin arkasında her zaman gizli sebepler vardır. 

PKK Kürtlerin değildir.

Emperyalist güçlerin taşeronudur.

Ve PKK’nın sonu yakındır.

“Zulme rıza zulüm, küfre rıza küfürdür.”

TÜRKİYE GAZETESİ / M.Necati Özfatura

ŞEYH SAİD,İ UNUTMADIK UNUTMAYACAĞIZ

''Arkamdan ağlayıp da zalimleri sevindirmeyin, kıyamımızı iyi anlayın ve bizden sonrakilere aktarın. Şüphesiz benim ölümüm Allah ve İslam içindir''
Şeyh Said kimdir?
1865 yılında Erzurum’un Hınıs ilçesine bağlı Kolhisar Köyü’nde dünyaya gelen Şeyh Said, Şeyh Mahmud'un en büyük oğludur.

Temel eğitimini amcası Şeyh Hasan’ın medresesinde tamamladıktan sonra Palu, Muş, Malazgirt ve Hınıs'ta çeşitli medreselerde fıkıh, hadis, tefsir, beyan vb. İslami ilimleri tahsil etmiştir. Tevhidi bir şuurla İslamî hayatı dava edinen Şeyh Said, halkın irşadı için tebliğ faaliyetlerini aralıksız sürdürmüştür. Bir taraftan halkın irşadıyla meşgul olurken, diğer taraftan ticaretle iştigal edip elde ettiği gelirin büyük bir kısmını medresesindeki talebeleri ve halkın ihtiyacı için sarf etmiştir.

Mezhep ve görüş farklılıklarını gözetmeksizin, İslam nizamının hakimiyetini esas alan bir anlayışa sahip olan Şeyh Said, Hilafetin lağvedilip yerine Laikliğin getirilmesine karşı halkı uyararak dinsizlikle mücadele etmeye çağırmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra da gayri-islami yönetime karşı tepkisini dile getirip büyük bir cesaretle cihad kararı almıştır.




Katıldığı bir düğünde halka hitaben:
Medreseler kapatıldı. Dinî kurum ve kuruluşlar yasaklandı. Dîn ve Evkaf Bakanlığı kaldırıldı. Din mektebleri Millî Eğitim'e bağlandı. Küfür ve şirk hâkim oldu. Topraklarımız işgal edildi. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cesaret ediyorlar. Ben, bugün elimden gelse bizzat dövüşmeye başlar ve dînin yükseltilmesine gayret ederim.Müslüman halkı gayri İslamî yönetime karşı kıyama çağıran Şeyh Said, cihad fetvasında şöyle hitap ediyordu: Yâ Eyyuhel Ensâr, Kurulduğu günden beri Din-i Mubin-i Ahmedî'nin s.a.v. temellerini yıkmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti reisi Mustafa Kemal ve arkadaşlarına, Kur'an ahkamına aykırı hareket, Allah ve Peygamberi inkar ettikleri ve Halife-i İslam'ı sürdükleri için gayr-i meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün Müslümanlar üzerine farz olduğunu, cumhuriyetin başında bulunanların ve cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının Şeriat-i Ğarra-i Ahmedî'ye göre helal olduğunu bildiririm. “Allah yolunda cihad edin ve öldürün”




Şeyh Said kıyam hazırlığını yapar ve evden çıkacağı zaman hanımı ona şöyle der: Sen bizi kime bırakıp gidiyorsun, bizim halimiz nice olur?Bu soru karşısında Şeyh Said tarihi cevabını şöyle verir: Eğer ben ve bu bastonum yalnız da kalsak ben yine bu kafirlere karşı çıkacağım. Ne ben Hz. Hüseyin’den daha değerliyim ne de benim ailem onun ailesinden daha kıymetlidir. Eğer ben bu kafirlere karşı çıkmazsam zebaniler sarığımdan tutup beni cehenneme atarlar, siz o zaman bana yardım edebilecek misiniz? Onlar bana demezler mi; “Ey Said, Allah o kadar mal mülk verdi sana. Sen Allah için ne yaptın? Bunlar Allah’ın emirlerini ayaklar altına almışlar...
Evet ben cihada başladım ve korkanlar, cihad edemeyecekler, hastalar gelmesinler. Bu yol korkakların yolu değildir!14 Şubat 1925'te Daraheni'ye yarım saatlik mesafedeki Kupar köyüne gelen Şeyh Said, geceyi burada geçirmeye karar verir. Ertesi sabah şehre giden Şeyh Said halka vaazında:Haberiniz olsun ki ben kötü bir amaç için yola çıkmadım; zalim de değilim, bozguncu da... Kötü bir azgınlık ya da haksız bir isyan çıkarma amacında da değilim. Aksine Hz. Muhammed s.a.v. ümmetinin kötüye giden durumlarını düzeltmek için yola çıktım. Emri bil- mâruf ve nehyi ani'l- münker istemekten başka bir amacım yoktur. Her kim beni bu yolda haklı görürse şüphesiz ki Allah hakka daha layıktır. Ve her kim de benim şu söylediklerimi bana geri çevirip reddederse, Allah benimle onlar arasında hükmünü verinceye kadar bekleyip sabredeceğim. Muhahakkak ki Allah, benimle kavmim ve milletim arasında bir hüküm verecektir. Şüphesiz ki O, hakkın ve haklının en iyisini bilir. Daha sonra şu âyet-i kerimeyi okudu: "Ey imân edenler! Düşmana karşı savaş hazırlıklarınızı görün ve silâhlarınızı takınarak cenge hazır olun da, birlikler halinse savaşa çıkın veyâhut seferber olun." ( Nisâ, 71

.