5 Kasım 2014 Çarşamba

CIA VE MOSSAD İSTEDİ, MİT PKK’YI KURDU :Ortaya çıkış öyküsü nasıl yazılırsa yazılsın, PKK ve Abdullah Öcalan, 12 Eylül düzeninin oyun kurucusu olarak sahaya sokuldu ve hâlâ pozisyonunu koruyor.

Kürt Ergenekonu – Derin PKK’nın Gizli Kodları
Ortaya çıkış öyküsü nasıl yazılırsa yazılsın,
PKK ve Abdullah Öcalan, 12 Eylül düzeninin oyun kurucusu olarak sahaya sokuldu ve hâlâ pozisyonunu koruyor… PKK, birçok derin ve gizli hesabın ciro edildiği bir platform.”

60’lı yılların sonunda sağcı olarak tanınan, eylemlerde boy gösteren Öcalan nasıl birden bire sol örgütlerin içerisine girdi?

Hapse giren Öcalan’ı devlet nasıl bir operasyonla kurtardı?

Öcalan’a ev arkadaşlığı yapan subaylar kimlerdi? Diğer tüm arkadaşları tutuklanırken ona neden dokunulmadı?

Abdullah Öcalan’ın yanından ayırmadığı MİT mensubu Pilot Necati’nin sırrı ne?

Devlet 12 Eylül darbesinin gerçekleşeceğini PKK’ya neden önceden duyurdu? Diğer tüm örgütler 12 Eylül’de zarar görürken PKK bu işten nasıl kazançlı çıktı?

Sarıkız, Yakamoz, Ayışığı, Eldiven planlarını üretip, Balyoz darbe planını devre dışı bırakan Ergenekon bu süreçte yeraltına inip PKK’yı sahalara sürdü. Argümanları neydi? Hangi ataklarda bulunuldu, sonuç ne oldu?

Perinçek, neden ‘savaşan’ Öcalan’a ‘kardeşim’ derken, barış çağrısı yapan Öcalan’a ‘hain’ dedi? Aralarındaki Türk-Kürt savaşı anlaşması mı bozulmuştu?

Şemdin Sakık’a ‘Öcalan’ın başına bir şey gelseydi Yalçın Küçük’ü yeni liderimiz olarak kabul etmeye hazırdık’ dedirtecek kadar PKK içerisinde etkin olan Yalçın Küçük’ün örgüt içindeki rolü ne?

Ergenekon’dan tutuklu JİTEM komutanı Veli Küçük’ün PKK ile nasıl bir ilişkisi var?

Öcalan’ı defalarca ipten alan devlet adamlarının amacı ne?

Öcalan ve Karayılan arasında bir iktidar mücadelesi var mı? Bu çekişmede İran’ın rolü ne?

Bir devlet denemesi olan KCK yapılanmasının kodları neler?

PKK, bir Kürt-İslam sentezi mi yaratmaya çalışıyor? BDP’nin din ile ilgili çıkışının nedeni ne?

Usta gazeteci Şamil Tayyar, ‘Fırat’ın ötesindeki’ Ergenekon yapılanmasına elinizdeki kitapla ilk defa ışık tutuyor…

KEMAL BURKAY: PKK'YI DEVLET KURDU, ÖCALAN DEVLETİN ADAMIYDI : https://www.youtube.com/watch?v=IWIkjC3fK7c


***

GİRİŞ

PKK ŞANSLI BİR ÖRGÜT MÜ?

Hemen baştan keselim, kitapla ilgili ilk itirazın isimden kaynaklanacağını rahmin ediyorum. “Kürt” ve “Ergenekon” sözcüklerinin yan yana getirilmesine, bazı Kürt milliyetçileri de Türk milliyetçileri de tepki gösterebilir. Bir taraf “Türkler için kutsal olan Ergenekon’u neden Kürtlere yamıyorsunuz” diyebilir, diğer taraf “Pisliğe bulaşmış bir örgüt ismini neden Kürtlere yakıştırıyorsunuz” serzenişinde bulunabilir.

Bir gazeteci, yeni siyasetçi olarak, bu riski satın aldım.

DEVAMI :

Maalesef, ülkemizdeki etkin ve etnik taassup, soruna yaklaşımı her zaman özünden uzaklaştıran bir anlayışı içinde barındırır; ideolojik körlük, bu taassubu besler, güçlendirir. Tabuların yıkılması, statükonun darmadağın edilmesi, demokrarik ve şeffaf yönetimlerin etkinleştirilmesi adına bazen bu tür şoklara ihtiyaç vardır.

Kaldı ki Ergenekon, devlet içindeki derin unsurların, kendilerince bulup üstlendikleri ve örgüte koydukları bir isimdir. Savcının, yargıcın veya polisin, bir niyete bağlı olarak Silivri’de yargılanan şahısların boynuna astığı bir yafta değildir. Adını “Ergenekon” olarak açıklayanlara, başka bir isimle hitap edilmesi beklenemez.

PKK açısından da durum pek farklı değil. 1978 yılında bir misyonla ortaya çıkan örgüt, bugün Kürt sorunundan uzaklaşan, varlığını korumayı önceleyen, 36 ülkede örgütlenmiş, çok sayıda gizli servisin mutfağında yemek pişiren çok uluslu bir şirket hüviyetindedir. Bu nedenle PKK, artık bir iç mesele değil uluslar arası bir sorundur.

Bununla birlikte PKK, jakoben bir harekettir, toplumsal dinamiklerin ortaya çıkardığı bir örgüt değildir. Bundan dolayı PKK’nın forse ettiği eylemler, Kürt isyanı metaforu içinde değerlendirilemez.

Derin devletin bilgisi ve kontrolü altında tohumları atılan örgüt, bir toplumsal kalkışmanın ürünü olsaydı, 1984 yılında başladığı kanlı eylemleri (Şemdinli ve Eruh) Kürt halkının kanı üzerinden planlamazdı.

Çıkış noktası farklı olsa, kan ve şiddet üzerinden korku yaratarak etkileme gücünü arttırsa da PKK’nın bugün taban tuttuğu ve kitleselleştiği gerçeği göz ardı edilemez. “Kürtlerin tek temsilcisi” ve “Devlet/PKK ikili yönetim” algısını büyük ölçüde oluşturdu. Bugün Kürt siyasetçisi, entelektüeli ve aydını PKK vesayeti altındadır.

Vesayet zinciri kırılmadan Kürtlerin kendi özgür iradelerini seçim sandığına arzu ettikleri şekilde yansıtmaları ve Kürt sorununun çözümüne aktif katılımları çok zordur. Aynı şekilde; devlet kurumları ve siyasilerin, çözüm üretme pratiği güçleşir.

Türkiye’nin bu kanayan yarası tedavi edilecekse, önce silahların susması elzemdir. Elbette, çok sayıda ülkenin müdahil olduğu bu sürecin kısa zamanda “silahları bırakma” noktasına gelmesi beklenemez. Ama akan kanın durması, temel şarttır.

PKK mı şanslı, Türkiye mi aciz?

Türkiye, geçmişte bu fırsatları yakaladı. Ne var ki barışa yaklaşıldığı anlarda bir “gizli el” devreye girerek, barış sürecini akamete uğrattı. Geçmiş tecrübeler içinde en kritik süreç, 1993-1999 yıllarında yaşandı.

Gizli servislerin ve Ergenekon’un kontrol altına aldığı PKK içindeki farklı gruplar, barış projelerini sürekli sekteye uğrattı. Abdullah Öcalan ise örgütün lideri olarak, kimi zaman barış projelerine kapı aralasa da çoğu kez senaryonun önemli unsuru haline geldi.

PKK’yı kurmadan önce MİT içindeki bazı unsurlarla içli dışlı olan, 1979′da Suriye’ye kaçarken yine aynı çevrelerden destek gören Öcalan, 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte (MİT’ten) özerkliğini ilan etti. Bu gelişme, PKK’yı, sanılanın aksine özgürleşrirmedi. Yalnızca MİT’le bağlarını inceltti, buna karşın yabancı gizli servislerin kucağına itti. Bu yönüyle bakıldığında, bağımsızlıktan ziyade, el değiştirmeden söz edilebilir.

Ancak öcalan ve PKK yönetimi, bu ilişkileri, “kullanılmak” gibi görmek yerine “stratejik işbirliği” olarak değerlendirdi. Öcalan’ın ifadesiyle, onlar kullanmak istedi ama kendisi onları kullandı. Kesin olan şu ki bu karşılıklı kullanım, Türkiye düşmanlığı paydasında biçimlendirildi.

PKK liderinin İmralı’da avukatlarına yaptığı açıklamalarda açıkça görüldüğü gibi, Türkiye, hangi stratejik bloğa yanaşırsa PKK hemen karşısına çıkmaktadır. Türkiye’nin sorunlu komşuluk ilişkileri, Osmanlı bakiyesi olarak devraldığı tarihsel düşmanlıklar ve Soğuk Savaş döneminin sona ermesi gibi küresel dönüşümler, Türkiye karşısında PKK’ya daha avantajlı bir konum sağladı. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “PKK şanslı bir örgüt” sözü, bu açıdan haklı ve yerindedir.

Sorunu tersinden ele alıp değerlendirirsek Türkiye, tarihin akış yönünü iyi hesaplayamadığı ve pozisyon alamadığı için, dış desteklere ilaveten sürekli kendini yenileyen ve dinamik bir yapı oluşturan PKK karşısında aciz kaldı. Teröristle mücadele yıllarca askere havale edildi, yeni pozisyonuyla vesayet rejimini güçlendiren asker ipine sımsıkı sarıldı, siyaset kurumu ise durumdan vazife çıkarıp tribünde kalmayı yeğledi.

PKK’nın Eruh ve Şemdinli’de kanlı eylemlere başladığı 1984 yılındaki çıkışı, 1989 yılında Berlin duvarının yıkılması, 1991′de Sovyetler Birliği’nın dağılması, aynı yıl yaşanan birinci Körfez savaşı, 1993-1994 karanlık dönemi, 1996′da Kuzey Irak’ın tam denetim altına alındığı günler, 1998′de Kürt liderlerinin (Talabani ve Barzani) Amerika’ya davet edilmesi, 1999′da Abdullah Öcalan’ın yakalanması, 1 Mart (2003) Tezkeresi ve ABD’nin Irak’ı işgali gibi kırılma anları, Tîirkiye tarafından iyi okunamadı ya da derin oyunlarla baş edilemedi.

PKK ise gizli servislerin eğitici kadrolarının desteğiyle sürekli kendini yeniledi, terör eylemlerinin dozunu ayarlayarak örgüt tabanını canlı tuttu, modern silah teknolojisini takip ederek eylem gücünü artırdı, çağın yükselen değerleri medya ve iletişim ağını iyi kullandı, güçlü lojistik merkezler oluşturdu, zamanla halk tabanına oturdu.

Öcalan’ın baskıcı tutumu ve infaz mekanizması, örgüt kadroları üzerine karabasan gibi çökse de bu birliktelikler dava arkadaşlığına olan inancı besledi.

Kongrelerde örgütün geçmiş dönemlerine ait değerlendirmeler ve özeleştiriler yapıldı, gelecek dönem faaliyetlerine ilişkin hedefler belirlendi, yeni komite ve birlikler kuruldu, Merkez Komite ve Merkez Disiplin Kurulunun seçimleri yapıldı. Militanların eğitim durumu, örgüt içi disiplin, faaliyet alanlarının belirlenmesi ve lojistik destek ihtiyaçlarının karşılanması gibi konular mercek altına alındı.

Tasfiyesi planlanan kadroların soruşturulması, yargılanması ve infazına ilişkin kararların alınması, örgütün yurt içi ve yurtdışındaki değişik alanlarda faaliyet gösteren kadrolarının belirlenmesi, yurtdışında kamuoyu oluşturabilmek için faaliyet gösterilen ülkelerin üst düzey bürokratları, siyasileri ve gizli servislerle temas kurulmasına kadar birçok ayrıntı, bu zeminde değerlendirildi.

PKK kararı 5 ay gizlendi

O nedenle, “PKK şanslı bir örgüt” diyenlere ve tarihin akış yönünü keşfedemedikleri için yarışta geri kalanlara, PKK’nın 1978′den günümüze kadar geçirdiği başkalaşım sürecini iyi anlatmak gerekir.

Bilindiği gibi, örgülün birinci kongresi, aynı zamanda kuruluş toplantısı, 27 Kasım 1978′de Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde gerçekleştirilen toplantıdır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin çeşitli il ve ilçelerinde yaklaşık 3 yıl boyunca ilişki ve irtibatlar kurup geliştiren, kadro temin eden ve kitle desteği sağlamaya çalışan Kürdistan Devrimcileri isimli grup, MİT içindeki bazı unsurların teşviki ve desteğiyle o gün örgütleşti. PKK böyle doğdu.

Abdullah Öcalan’ın yanında Cemil Bayık, Şahin Dönmez, Mehmet Hayri Durmuş, Haki Karer, Mehmet Turan, Mehmet Cahit Şener, Ferzande Tagaç, Ali Haydar Kaytan, Mazlum Doğan, Hüseyin Topgüder, Ali Gündüz, Sakine Cansız, Kesire Yıldırım, Duran Kalkan, Ali Çetiner, Faruk Özdemir, Abbas Göktaş vc Abdullah Kumral gibi isimler vardı. Mehmet Karasungur, Sedat Bilici, Abdullah Ekinci, Suphi Karakuş, Resul Altınok ev sahibi, Seyfettin Zoğurlu kurucu delege olmalarına rağmen toplantıda yoklardı.

Kurulması planlanan partinin programı 1977 yılı Ekim sonlarında, tüzüğü 1978 yazında hazırlandı. Partinin kuruluş bildirgesi ise 1978 Aralık-1979 Ocak arasında Öcalan tarafından, Diyarbakır’da gizlendiği evde yazıldı.

Öcalan’ın, Marksist/Sol örgütlerdeki gibi genel sekreterlik (birinci adam) görevini üstlendiği bu yeni yapıda Cemil Bayık ikinci adam (genel sekreter yardımcısı) oldu. Ancak bu roplantı, bir partinin kuruluş kongresinden ziyade, bir grubun genel hedeflerini örgütlenme yönünde gerçekleştirdiği eğitim çalışması gibiydi. PKK, kuruluş kararını 1979 yılı Temmuz ayına kadar gizledi.

Taban çalışmaları yapılan Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin, Batman, Diyarbakır, Elazığ, Tunceli, Bingöl ve Ağrı gibi illerden başlamak suretiyle komiteler oluşturuldu. Bölge temsilcisi olarak Gaziantep’e Ali Çetiner, Şanlıurfa’ya Mehmet Hayri Durmuş, Adıyaman’a Ali Haydar Kaytan, Mardin’e Baki Karer, Siirt’e Mehmet Cahit Şener, Tunceli ve Erzincan’a Yıldırım Merkit, Elazığ ve Malatya’ya Hüseyin Topgüder, Bingöl-Muş ve Erzurum’a Resul Altınok, Van ve Hakkari’ye Çetin Güngör, Kars’a Abbas Göktaş ve Ağrı’ya Mehmet Turan tayin edildi.

Rol model Filistinliler

12 Eylül askeri darbesinden kısa süre önce uluslararası pazara açılan PKK, darbenin ardından derlenip toparlandıktan sonra 20-25 Ağustos 1982 tarihleri arasında Şam’da 2. Kongreyi topladı. Kongreye Abdullah Öcalan, Kesire Öcalan, Duran Kalkan, Selahattin Çelik, Çetin Güngör, Cemil Bayık, Halil Ataç, Murat Karayılan, Sabri Ok, Ali Ömürcan, Şahin Kılavuz, Meral Kıdır, Saime Aşkın, Ali Haydar Kaytan, İbrahim Aydın, Osman Öcalan, Abdullah Ekinci, Mustafa Çimen ve diğer önde gelen örgüt mensupları katıldı.

Yurt dışına bağlı olarak sürdürülen siyasi ve askeri faaliyetlerin asgari olarak tamamlandığı, 1. Konferanstan (1981) itibaren geçen bir yıllık sürede, örgütün Suriye, Lübnan ve Avrupa’da önemli gelişmeler sağladığı belirtildi. Bu nedenle yurt dışında daha fazla beklemenin örgüt kadrolarını yıpratmaya ve yozlaştırmaya neden olacağı düşüncesiyle Kuzey Irak üzerinden Türkiye’ye bir an önce geçilmesi, tamamlayıcı kararların Kuzey Irak ve yurt içinde sürdürülmesi kararlaştırıldı.

Yurt içi faaliyetlerin sınırdan iç bölgelere doğru keşif-istihbarat kolları tarzında ve en fazla bir yıllık hazırlık süresini kapsayacak şekilde başlatılması, hemen ardından örgüt tarafından planlanan demokratik bağımsız Kürdistan Devleti’nin silahlı bir mücadele sonucu inşa edilmesi görüşü benimsendi. Bu bağlamda, 1983 yılından itibaren eğitim gören militanların eylem için Türkiye’ye gönderilmesine kararı verildi.

Eylem için sahaya inecek PKK’lıların rol modeli, kamplarında gerilla eğirimi aldıkları Filistinlilerdi. İlk aşamada, Botan kırsalında harekete geçmeyi, yöre halkı içerisinde güvendikleri köylerde dar komiteler kurmayı, küçük askeri hedefler seçerek keşifler yapmayı ve bölgede yaşayan köylü gençleri kazanmayı planladılar.

Ancak, örgütü kuran kadroların ağırlıklı olarak üniversiteli olması, büyük şehirlerde yaşadıkları için dağ şartlarına yabancı kalmaları, halk desteği, lojistik ve cephane imkanının yetersizliği ilk aşamada örgütün çalışma şartlarını zorlaştırdı.

İlk büyük operasyon

PKK 3. Kongresi, başta Suriye ve Lübnan olmak üzere çeşitli alanlarda bir yıla yakın sürdürülen hazırlıkların sonucunda 26-30 Ekim 1986 tarihleri arasında Lübnan’ın Suriye sınırına yakın Helve kampında yapıldı. Bu kamp, 1992 yılına kadar örgütün yönetim ve eğitim merkezi oldu, 1993′te ise tasfiye edildi.

Bu kongre ayrıca, 1984-1986 arasında Kürt halkına yönelik kanlı eylemler nedeniyle örgüt içinde isyana kalkışan muhaliflerin tasfiye edildiği bir toplantıya dönüştü. Örgüte yeni katılan ve sınırlı sayıdaki üst düzey elemanlar, suçlu ilan edilen diğer örgüt mensuplarının başına muhafız tayin edilerek, güven duygusu aşılandı.

Öcalan tarafından belirlenen örgüt stratejisine, taktikler ve örgütlenme modeline övgüler düzüldü, ancak uygulayıcı konumundaki örgüt elemanları eleştirildi. Öcalan, kendisi tarafından gerçekleştirilen taktik ve başarıları ön plana çıkarırken, dönem içerisindeki faaliyetlerin uygulayıcılarından sağ kalabilenleri, hain, işbirlikçi ve ajan ilan etti.

Örgüt içi yargılamaya tabi tutulup ölüm cezasına çarptırılan yönetici düzeyindeki bazı örgüt mensupları, Öcalan’ın özel affıyla “sempatizan” olarak görevlendirilip alt kadroya düşürüldü. Bu dönemde Duran Kalkan, Selahattin Çelik, Ali Haydar Kaytan, Kesire Öcalan, Ali Ömürcan, Abdullah Ekinci tasfiye edildi. Bunlardan Kalkan, Çelik, Kaytan, Kesire Öcalan “sempatizan” düzeyine indirildi, Ömürcan idam cezasına çarptırıldı, 6 ay sonra affedildi, Ekinci yargılama sırasında intihar etti.

Öcalan, bu kongredeki tasfiye hareketini şöyle izah etti: “Bir yandan provokasyon birçok unsuru kemiriyor, bunun tedbirini almak gerekiyor. Diğer yandan ise kayıplar var. Bunların yerlerinin doldurulması ivedi olarak kendisini dayatıyor. Kadroları eğitmek ve yeniden hazırlamak için Kongre gibi çözümleyici gibi bir platforma ihtiyaç var”

Örgüt disiplinini sağlamak ve militanlar üzerinde otorite tesis etmek amacıyla Hezen Parastina Parti-Parti Koruma Gücü (HPP), dışa yönelik istihbarat toplamak için TEV-SAL isminde iki ayrı istihbarat ünitesi kuruldu. Daha önce örgütçe suçlu ilan edilen, daha sonra affedilip örgüt faaliyetlerine katılmaları sağlanan militanların görevlendirildiği HPP isimli istihbarat örgütü, örgüt içi tasfiyelerde etkin bir şekilde kullanıldı. TEV-SAL ise pratikte pek işlemedi.

Kongrede. 3 bölgeye (eyalet) ayrılan faaliyet alanları Botan, Mardin, Güney Batı (GAP Ruha), Orta (Amed), Garzan, Serhat, Kuzey (Dersim) olmak üzere 7′ye çıkarıldı. Daha önce birinci eyalette Hakkari, Van, Ağrı, Kars vardı. Halil Ataç’ın sorumluluğundaki eyaletin merkezi Çukurca ve Şemdinli’ydi. Selahattin Çelik’in yönettiği ikinci eyaletin sınırları, merkezi Şirvan olmak üzere Erup, Şırnak, Pervari, Beytüşşebap, Uludere, Sason, Kurtalan, Kozluk, Batman, Baykan, Bingöl, Muş ve Siirt’in bir kısmını kapsıyordu. Ali Ömürcan’ın yönettiği üçüncü eyalet, Bingöl, Tunceli ve Diyarbakır’ın bir kısmından ibaretti.

Bu kongrede geçmişe yönelik değerlendirmelerin yanı sıra geleceğe yönelik planlamalar da önemli yer tuttu. Bu çerçevede askeri, siyasi ve örgütsel düzeydeki temel taktikler 3. Kongrede alınan genel kararların özünü oluşturdu. Ancak askeri ve siyasi örgütlenmeye ilişkin taktik kararlar, daha çok silahlı eylemlerin tırmandırılmasına yönelikti.

PKK, bu kongreyle ciddi bir açılıma girerken, Türkiye, bu değişimi anlamakta zorlandı ve “çapulcu” edebiyatıyla sınıfta kaldı.

2000 yılında Kürt Devleti

1990 Ağustos’unda Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan Körfez’deki yeni süreci yakından izleyen ve temkinli olmaya çalışan PKK, Rus hinterlandındaki (Suriye, Lübnan, İran, Irak) coğrafyada artık varlığını daha güçlü hissetmeye başladığı Amerika’ya karşı izlenecek politikaları belirlemek üzere, 26-31 Aralık 1990′de 4. Kongresi’ni topladı. Toplantının adresi, Kuzey Irak’taki Haftanin’di.

Geçmişin muhasebesi yapılırken, Körfez kriziyle doğan yeni şartların örgüt açısından nasıl değerlendirileceği sorusuna cevap arandı. Mehmet Cahit Şener’in divan başkanlığında toplanan örgüt, 3. Kongre ve 2. Konferansta alınan kararları revize ederek yeniledi. İlk defa, kurulması planlanan Kürt Devleti’nin 2000 yılına kadar inşa edilmesi hedefi konarak, takvim verildi.

Bu amaçla, ilk aşamada, halk isyanını modere etmek, eş zamanlı kitlesel ve silahlı eylemlerle kurtarılmış alanlar oluşturmak için yeni tedbirler alındı. Bölgede “egemenlik hakkını devletle paylaşan yeni bir güç” algısının oluşturulması planlandı.

Ayrıca, Marksist-Leninist ideolojiyi benimseyen sosyalist güçler, gelişmiş Batılı demokrasilerdeki barış hareketleri ve insan hakları savunucularıyla stratejik ittifaklar oluşturulması, buna ilave olarak Doğu ve Güneydoğu’daki Kürt kökenli vatandaşlar ile korucuların kazanılması yönünde karar alındı. Kararı etkin kılmak için koruculara yönelik af düzenlemesine gidildi, bu yönde yazışma, mektup ve bantlarla kampanya düzenlendi.

Dönüm noktası

Birinci Körfez Savaşı şartlarını lehlerine yorumlayarak 1990 sonunda yeni Kürt Devleti inşası için 10 yıllık bir perspektif çizen PKK, 7-27 Ocak 1995 tarihleri arasında Kuzey Irak’ta gerçekleştirdiği 5. Kongrede, 20 yıllık mücadele tarihinin dönüm noktasında oldukları düşüncesinden hareketle, yeni stratejiler üretti. Önceki dönemi “Diriliş Dönemi” olarak gören örgüt, yeni dönemi “Kurtuluş Dönemi” olarak tanımladı.






Şamil Tayyar dan

* PKK’yı MİT’in kurduğu söylenegelen bir şeydi, siz de kitabı belgeler bulgular ifadeler eşliğinde bu tezin üzerine inşa ediyorsunuz. İlk soru şu: MİT, PKK’yı niye kurdurdu?


O tarihte siyasi Kürt hareketleri daha çok radikal sol hareketler içinde kümelenmişti. 70’lerin sonlarına doğru Kawa gibi, Rızgari gibi bağımsız Kürt hareketleri çıkmaya başladı. O günün şartlarında devlet bu örgütleri tehdit gibi görüyordu. Komünizm korkusu vardı. Bunu enterne etmek için bir örgüt kurdular. Bu örgüt, PKK idi. Bu aslında CIA ve Mossad’ın denediği yöntemlerden biridir. Hamas da El-Fetih’e karşı kurdurulmuştu, El-Kaide de böyle kurulmuştu. İkisinin de gerisinde Amerika ve İsrail’i görürsünüz. Ama zaman içinde bu örgütler kontrolden çıkarlar ve o ülkeyle çatışmaya girerler. Türkiye’de de benzer bir PKK tecrübesi var. Diğer örgütleri yok etmek adına PKK kurduruldu.

ODA TV MOSSAD’IN HİZMETİNDE

* MİT ile Mossad arasında artık böyle bir “etkileşim” yok. Hatta MİT-PKK görüşmelerinin sızdırılmasının arkasında İsrail’in olması ihtimali var?

Görüşmelerin sızdırılmasının sebeplerinden biri de MİT’teki değişimden duyulan rahatsızlıktır. Artık eskisi gibi yönetebildikleri yönlendirebildikleri bir örgüt olmaktan çıktı MİT. O nedenle Hakan Fidan işbaşına geldikten sonra o kadar rahatsız oldular ki, ilk kez bir ülke bir başka ülkede gizli servisin başına getirilen şahıs hakkında açıklama yaptı. Bunun bir örneği daha yoktur. “Fidan, İran yanlısıdır” dendi. Özellikle Oda TV üzerinden karalama kampanyası yürütüldü. Görüştüğüm devlet yetkililerinin verdiği özel bilgilere dayanarak söylüyorum, bunun gerisinde de İsrail derin devleti vardı.

ÖNCE ASALA, SONRA PKK

* Global derin yapıların gücü ve etkinliği açısından soruyorum; Türkiye’nin şimdi eskisinden farklı olarak irade geliştirmesinin, direnmesinin sonuçları aynı zamanda onu olası tehlikelere de açık kılmıyor mu?

Elbette, Türkiye artık bölgesel bir güç ve küresel bir aktör olmak gayreti var. Kendilerini asıl oyuncular olarak gören ülkeler yeni bir oyuncunun sahne almasından elbette ki rahatsız olurlar. Türkiye üzerinde hesabı olan her ülke, başta terör olmak üzere her enstrümanı kullanmak isteyecektir.
Ayrıca Türkiye’nin yer alacağı pozisyon küresel oyundaki oyuncuların taraflarını da ciddi şekilde etkileyecektir. Onun için bütün oyuncular Türkiye’yi ya etkisizleştirmek ya da kendi saflarına çekmek isteyeceklerdir. Onun için deTürkiye üzerindeki bu oyunlar asla bitmez. PKK tümden ortadan kaldırılabilse bile bizi asla sıfır terörle, kendi halimize bırakmazlar. Onun için bizim bir miktar bu oyunlarla da birlikte oynamayı öğrenmemiz gerekiyor. 1984’de nasıl ASALA tasfiye edilip yerine PKK ikame edildiyse yine aynı şey olacak. Ya başka bir terör örgütü ya da yeni çatışma alanları ikame edeceklerdir. Geçmişte Alevi-Sünni, laik-anti laik, Türk-Kürt çatışmasını körüklemek için birçok hareketleri kullandılar. Türkiye’nin çok kırılgan bir toplumsal dokusu var. Osmanlı bakiyesi üzerine inşa edildik, birleşme yerlerimizi bilen ulusal ve uluslar arası güç odakları bunlar üzerinde oyunlar oynanabiliyor, sürekli jilet atıyor, kanatıyorlar. Ama Türkiye, Ergenekon ve Balyoz mücadele sürecinde bu oyunların perde gerisine dair çok açıklayıcı bilgilere sahip oldu, artık eskisi gibi oyuna gelmiyor. Daha araştırmacı sorgulayıcı bir kitle oluşmaya başladı. Eskiden sağcı ve solcu kavgası yaratıp Uğur Mumcu öldürüldüğünde, onu sağcıların öldürdüğü havası yaratıyor, başarılı da oluyorlardı. Ama artık bu mümkün olmuyor. Olmadığı için de çatışmaları derinleştirmeye çalışıyorlar.

ARTIK HERKES TEZGAHI GÖRÜYOR

* Türkiye her anlamda bir faylar ülkesi. Van’da geçen hafta fiziki bir fay hattı kırıldı maalesef. Depremle birlikte devletle Kürtler, Kürtlerle Türkler arasında da bir fay kırılsın istendi ama şükür öyle olmadı...

Ama bunu denediler. Sayın Başbakan’ın ifade ettiği gibi molotof ya da taş atarken kitleleri kısa sürede örgütleyenler, deprem faciasında kenarda ve sessiz kalmayı tercih ettiler. Ya da bir takım yağma faaliyetlerine öncülük ettiler. Bunun üzerinden bir iktidar karşıtlığı yükseltmek istediler.
 Kısmen başarılıymışlar gibi görünse de hesapları tutmadı. Milletin sağduyusu bunu aştı. Bunda son yıllarda çetelerde derin yapılarla mücadelenin insanların zihninde yarattığı etki vardır. Artık herkes bu büyük tezgahı görüyor.

KÜRTLER ÖZGÜR OLSA BDP YÜZDE 1 ALAMAZ

* Türkiye toplumunda bunun bir karşılığı var gibi ama Kürt toplumunda psikoloji ve etkileşim biraz daha farklı işliyor?


Çünkü doğu ve güneydoğuda PKK vesayeti var, özgür düşünce, özgür ifade gelişmiyor. O nedenle orada diğer bölgelerdeki gibi bir uyanış olmuyor. Bu PKK vesayetinin kırılması lazım. Orada entelektüeli, siyasetçisi, aydını da vatandaşlarımız da maalesef özgür değil. Orada özgür oy kullanmak mümkün olsa iddia ediyorum BDP’nin oyu yüzde 1’i bile geçmez.

PKK’NIN HEDEFİ HER KÜRT EVİNDEN BİR ÖLÜ ÇIKMASI

* Dağ ile ovanın gönül durumlarını dikkate almak gerekir sanırım. Bir yakınını kaybetmiş, canı yanmış, şimdi de dağda çocuğu olan insanlar için herhalde bunu böyle söylemek çok da mümkün değil?

Tabi ölüm sayısı arttıkça terör örgütüne yakınlık da tetikleniyor. Zaten PKK’nın hedeflerinden biri her Kürt ailesinden bir ceset çıkmasıdır. Eğer bunu başarabilirse bölgeyle örgüt arasında daha güçlü bir duygusal bağ kurulabileceğini ya da kurulan bağın daha güçlenebileceğini düşünüyorlar.
Haklı olarak ailesinde hayatını kaybeden bir genç olduğunda, annesi babası yakınları onun acısı ve öfkesi üzerinden devlete bir düşmanlık besleyebiliyorlar. İlave olarak örgüt de bunu bilerek köpürtüyor. Bunu bir stratejik taktik olarak izliyorlar. O nedenle her evden mutlaka kendi ifadeleriyle “asker” almaya çalışıyorlar. Bölgede her aileden bir ölünün olmasını umuyorlar. Hem örgüte yakınlık hem devlete düşmanlık için.

* TSK açıkladı, son hava ve kara harekâtında şu kadar örgüt elemanı öldürüldü, diye. Bu ölümler yine PKK’ya “yarayacak”, barış sürecinin aleyhine işleyecek öyle mi?

Maalesef PKK son dönemde tırmandırdığı eylemlerle kabul etmek gerekir ki psikolojik üstünlüğü ele geçirdi. Terör örgütünün psikolojik olarak üstün olduğu bir dönemde sizin güçlü ve kalıcı reformları hayata geçirebilmeniz son derece zordur. Onun için terör örgütünün dizlerinin üzerine çökertilmesi, PKK’ya haddinin bildirilmesi gerekiyor. Ondan sonra Kürt meselesinin çözümüne dair eksik kalan reformları peş peşe devreye sokmanız lazım.

MİT KENDİNİ ELE VERMEZ

* MİT bugün, geçmişte kurdurduğu örgütün tasfiyesi için çaba harcıyor ama şunu niye yapmıyor? Arşivini açsa ve PKK’nın kuruluşuna dair bu çok mühim gerçeği açıklasa, PKK’nın tabanıyla bağlarının koparılması açısından çok daha kesin bir sonuç almaz mı?


Bunu geçmiş dönemde yapamazdı. MİT kendini sanık sandalyesine oturtmaz. Böylesine büyük bir günahın parçasıysa bunu nasıl deşifre edecek? Daha erken deşifre edilebilseydi PKK açısından sıkıntı olabilirdi ama artık gelinen noktada bunun deşifre edilmesi de örgüte zarar vermiyor. Çünkü 36 ülkede örgütlendi, uluslararası bir takım servislerle ve sermayelerle bütünleşti. Dolayısıyla devletle bağının deşifresi onun için tehdit unsuru olmaktan çıktı. Kaldı ki Abdullah Öcalan’ın bu konudaki savunması da hazır. Geçmişte gündeme geldiğinde, “bir dönem ilişkimiz oldu, ben onları kullandım” diyor. Savunma mekanizması da geliştirilmiş durumda.

PKK HERKESİ, HERKES PKK’YI KULLANDI

* PKK MİT’in kontrolünden ne zaman ve nasıl çıktı? Uluslar arası derin yapıların kontrolüne nasıl girdi?


1980 darbesinden sonra devlet içinde ilişkide olduğu kişiler Öcalan’ın yurt dışına çıkmasını sağladı. Yurt dışında olmak Öcalan’ın başka ülkelerin istihbarat örgütleriyle bağ kurmasının yolunu açtı. PKK’nın hedefleri asıl bu süreçte, o dönemki partnerleriyle birlikte netleşti. O dönemde Irak, İran, Suriye soğuk savaş döneminin Rus bloğunca kontrol ediliyordu. 1982’de İsrail Lübnan’ı işgal ettiğinde PKK ile ciddi çatışmaları oldu. O dönem İsrail’in en büyük düşmanlarından biri PKK idi. PKK, ASALA ile birlikte Filistin kamplarında kalıyordu. Ama 1. Körfez savaşından sonra bölgeye İsrail ve Amerika daha etkin biçimde yerleşmeye başlayınca Abdullah Öcalan da partnerlerini değiştirmeye başladı. Öcalan konjonktürel şartları her zaman iyi kullanmayı ve kendi lehine çevirmeyi bilmiştir. Maalesef Türkiye ise Öcalan’daki ve PKK’daki bu değişimi doğru algılayamamış, pozisyon almakta zorlanmıştır.

* Küçümsendiği için mi? Yıllarca bir avuç çapulcu denmişti…

Başlangıçta küçümsediler, ciddiye almadılar, çok basiretsiz davrandılar. Zaman içinde de terörün, PKK’nın, Öcalan’ın askeri vesayeti güçlendirici rolünü keşfettikleri için de onu kullandılar. Çünkü terörle birlikte sivil siyaset üzerinde daha kolay otorite kurabiliyorlardı. En somut hadisesini 28 Şubat’ta yaşadık.

28 ŞUBAT’TA PKK FAKTÖRÜ

* PKK 28 Şubat post-modern darbesinin neresindeydi?

28 Şubat sürecinde Emniyet’in elindeki ağır silahlar teslim alındı. Erbakan’ı istifaya zorlamak için terör olayları birdenbire tırmandırıldı. Arabulucular devre dışı bırakıldı vs. ve 1997 Mayıs ayında Irak’a çok büyük bir kara harekâtı yapıldı. Harekatta iki helikopter düşürüldü ve helikopterlerin düşürülmesi ilk defa TSK tarafından kamuoyuna açıklandı. Eskiden bunları kamufle ederlerdi. Bunu açıklarken de hükümetin ödenek vermediğini iddia ettiler. Yani terörle mücadelede her unsuru siyasi iktidar üzerinde baskı unsuru olarak kullandılar.
 Ve 1997 yılında ilk defa kara kuvvetleri komutanlığı, terörle mücadeleyi tümden kendi komutasına aldı. Ondan sonra da askerin temel fonksiyonu haline geldi. Sivil otorite zaman içinde bu süreçten dışlandı. Özel tim grupları bölgeden el çektirildi. Bugüne kadar da geldi.

* Bugün tekrar özel birlikler ve polis devreye sokuluyor.

Bunun en somut örneği son Çukurca baskınıdır. Baskında zayiat verilmeyen tek yer polis lojmanlarına yapılan saldırıdır. 50 civarında özel harekât polisi saldırıyı püskürttü ve jandarma birliklerine yardıma gitti. Oysa emniyet, ordunun karşısında alternatif güç olarak oluşturuluyor gerekçesiyle tasfiye edilmişti. Yani terör derin devletin işine geldi.

İRAN-KARAYILAN İLİŞKİSİ

* Karayılan-İran ilişkisine dair çok karanlık, açıklanamayan bir belirsizlik var. Global Ergenekon ve derin PKK açısından siz bunu nasıl açıklıyorsunuz?


İran bölgede yalnız bir ülke ve kimseye de güvenmiyor, Türkiye dahil. Fakat AK Parti döneminde bu soğukluğu ortadan kaldırabilecek, Türkiye açısından samimiyetini test edebilecek çok önemli hadiseler yaşanmıştır. 2004’e kadar İran, PKK’yı terör örgütü olarak ilan etmemişti, geç etti ama PKK’ya karşı güçlü şekilde mücadele de göstermedi. İran gizli servisi PKK içindeki bazı unsurları zaman zaman kullandı. Geçmişte PKK içinde ilişkisinin en iyi olduğu isim Osman Öcalan’dı. O PKK’dan tasfiye olunca, bunu Mustafa Karasu ve Cemil Bayık üzerinden yürüttüğünü görüyoruz. Murat Karayılan’ın da aynı şekilde İran gizli servisiyle ilişkisi var.

* Ama İran’ın da başında PKK’nın bir kolu olan PJAK var?


Zaten PKK’nın Türkiye ile mücadelesini Türkiye ile sınırlı tutmayıp İran ırak ve Suriye alanına da genişletmek istemesi bu ülkeleri biraz tedirgin etti. PJAK üzerinden İran ile PKK arasında bir kırgınlık yaşandı. Bu tür durumlar geçmişte Öcalan Suriye’de kalırken de yaşanıyordu. PKK, Suriye’de Kürtleri örgütlemeye kalkınca Esat yönetimi Öcalan’ı o denemde uyarmış ve iki kez Öcalan’ı tutuklayarak ev hapsi uygulamıştı. Karayılan yakalandı iddiasını da PJAK’ın saldırılarını tırmandırması karşısında İran yönetiminin reaksiyonu olarak görüyorum. Belki Murat Karayılan kısa süreli bir gözdağı ya da yeni pazarlık aracı olarak gözaltına alınmış, ev hapsinde tutulmuş, bir anlaşma sonucu serbest bırakılmış olabilir. Bugün PJAK tümden kenara çekilmiş vaziyette. Suriye’de de öyle. Tamamen Türkiye üzerine odaklanmış bir PKK var. Çünkü eylemlerini Türkiye üzerine yoğunlaştırdığında asla Suriye ve İran’da eylem yapmazlar. Bu bir stratejidir. Zaten Fehman Hüseyin’in teröristlere verdiği mesajlarda da bunu açıkça görürüz. O nedenle İran kendi bölgesinde etkinliğini sürdürmek adına her türlü muhalif terör örgütünü kullanıyor.

TÜRKİYE’NİN DÜŞMANI PKK’NIN DOSTU

* Şu anda bu bölgede PKK ile ilişkisi olma olasılığı güçlü olan ülkeler İran, Suriye ve İsrail. Türkiye’nin Suriye ve İsrail ile ilişkisi yok gibi, ilişkisizlik hali var. Irak ve ayrıca Kuzey Irak Kürt yönetimi ise Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek istiyor, teröre karşı da işbirliği yapıyor. Bölgedeki bu durum, global Ergenekon, büyük oyuncular açısından pozisyonların nasıl konumlanması demek?

Bu durum onların ekmeğine yağ sürüyor. Türkiye’nin ilişkileri gerildikçe PKK’nın da, bu uluslar arası güç odaklarının da manevra alanı genişliyor. Öcalan zaten diyor ki “Türkiye hangi bloktaysa biz onun karşısındayız. Türkiye Amerika’ya yaklaşırsa biz Rusya’nın yanındayız, Rusya’ya yaklaşırsa Amerika’nın yanındayız”. PKK kendi konumunu zaten Türkiye karşıtlığı üzerine belirlemiş. Onun için Türkiye’nin düşmanı ne kadar artarsa PKK’nın ekmeğine o kadar yağ sürmüş oluyorsunuz aslında.
 O yüzden 2009’da one minute’den itibaren PKK’nın İsrail ile ilişkilerinin sıklaştığını görüyoruz. İran ile ilgili Türkiye direnmeye başlayınca Amerika’nın PKK ile ilişkilerinin geliştiğini görüyoruz. Yakın zamana kadar Suriye ile ilişkiler iyiydi, Arap baharı durumu değiştirince PKK ile Suriye ilişkileri hemen gelişti. Geçmişte Sırbistan PKK’ya füze ve füze eğitimleri verdi, Kanas tipi suikast silahları verdi. Bosna savaşı bittikten sonra bazı Sırp tetikçiler PKK içinde görev aldı. Yani Türkiye’nin hangi ülkeyle ilişkisi bozulursa PKK onunla işbirliği yapmak istiyor, o ülkede Türkiye’yi kendi çıkarları doğrultusunda masaya çekebilmek adına PKK’yı kullanıyor. Eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’un PKK şanslı bir örgüttür demesinin altında yatan da zannedersem bu. Uluslar arası konjonktür PKK’ya her zaman fırsatlar sunmuş, PKK da bunu her zaman iyi değerlendirmiştir. Türkiye ise süreçleri iyi okuyamamıştır.
ÖCALAN PENTAGON EMANETİDİR


* Uluslararası güçlerin Türkiye’ye karşı istediği zaman istediği gibi kullandığı Öcalan, Türkiye’ye 1999’da teslim edildi. Paketi teslim eden Pentagon’du. Amerikan’ın bölgeyle ilgili hesaplarının farklı olduğunu, bölgede bir Kürt devleti kurulmasına izin verecekse bunun Öcalan eliyle değil daha önce yine Saddam’a karşı desteklediği Talabani-Barzani ile olmasını tercih ettiğini biliyoruz. Fakat Amerika bu teslimatı iyilik güzellik olsun diye yapmadığına göre Amerika bundan ne umdu, Türkiye karşılığında ne verdi?


Şöyle olduğunu düşünüyorum.1997 sonundan itibaren Amerika orta doğuyu yeniden planlamayı düşünüyordu. Bu çerçevede PKK yeni planla örtüşmeyen bir örgüttü. Etkisizleştirilmesine ihtiyaç vardı. Partner olarak belirlediği Kürt liderler Talabani ve Barzani de Öcalan’dan ciddi şekilde rahatsızdı. Amerika’da yeni Ortadoğu projesini hayata geçirmek adına Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etti. Ancak idam etmeyeceksiniz diye şartlı olarak verdi. Bunu da Türkiye o zaman bir devlet politikası olarak kabul etti.

* Amerika Öcalan’ın idam edilmemesini niye istedi? Kendisi bazı eyaletlerinde idam cezasını uyguluyor. Ayrıca mücadele ettiği terör örgütü liderleri –en son Usame bin Ladin- ya da savaştığı başka liderler –Saddam, Kaddafi… canlı ele geçirebilecekken öldürüldü ve o halleri günlerce gösterildi. Öcalan’ın yaşatılmasını nasıl bir siyasi hesapla istedi Amerika?

Amerika henüz PKK’nın misyonunu tamamladığına inanmıyordu. İstediği zaman kullanabilmek için o günün konjonktürel şartlarında etkisiz ama bir kenarda kalacak, zaman içinde geleceğiyle ilgili karar vereceği bir durumu oluşturmaya çalıştı.
 Onun için de Abdullah Öcalan’ın ölümü üzerinden doğabilecek yeni tartışmaların ve tırmalanacak terörün bu hesabı bozabileceğini düşünmüş olabilir. Zaman içinde halletmeyi düşünmüş olabilir. Abdullah Öcalan tümden bir Pentagon emanetidir Türkiye’ye.

TÜRKİYE ÖCALAN’I ASABİLİR MİYDİ?

* Türkiye neden idam etmedi? İşin hukuki ve insani tarafını dışarıda tutarak, global oyunlar, devlet politikaları vesaire açısından soruyorum: Şartlı verildi, devlet de okey dedi tamam ama devletin bekasını her şeyin önünde tutan, bu amaçla hukuk dışına da çıkmış, yargısız infazlar yapmış, tüm gücünü terörle mücadeleye vermiş bir devletsiniz sonuçta. Bence bunun bir cevabı olmalı.


Tabi o şart yerine getirilmeyebilirdi ama bu da çok güçlü bir irade gerektirir. Teslim alan siyasi iktidarda böyle bir siyasi irade yokmuş. İlave olarak şunu söyleyeyim: Devletlerin verdiği sözler her zaman önemlidir. Çadır devleti değilsiniz. Eğer öyle bir hesabınız varsa bunu önceden oraya dikte ettirirsiniz. Zaten farklı bir şey olsaydı teslim etmezlerdi muhtemelen. Amerika’nın hesabı bu olabilir, önemli olan sizin hesabınızdır?

* Nedir Türkiye’nin hesabı?

Türkiye’nin o zamanlar bu konuda ciddi bir hesabının, stratejisinin olmadığı anlaşılıyor. Bu şartları Türkiye kendi lehine de çevirebilirdi. Nasıl ki PKK dünya konjonktürünü kendi lehine bir fırsata dönüştürüyorsa Türkiye de bunu yapabilirdi. Ama maalesef bunu başaramadılar.

PKK’NIN SON SÜRÜMÜ KCK

* PKK’nın yani Kürt Ergenekon’unun son sürümü KCK mıdır?


Evet, son hali KCK’dır. Öcalan’ın talimatlarına bakınca görürsünüz. Sürekli yeni modeller deniyor. Koma Kamalan Kürdistan dedi, Demokratik Konfederalizm dedi, Demokratik Toplum Kongresi dedi. PKK’ya önce KADEK, sonra KONGRA-GEL dediler sonra vazgeçtiler. Sürekli hem kadro, hem ideoloji, hem isim olarak kendilerini yenilemeye çalıştılar. Her adımda başka bir hesapları vardı. Gelinen noktada hedef büyüttüler ve mevcut şartlara uyarlamaya çalıştılar. Şunu fark ettiler:Türkiye’den toprak kopartarak bağımsız devlet kurmak şu aşamada mümkün gözükmüyor. O halde bir sınırsız paralel devlet yapılanmasına geçelim. İşte KCK bunun adı. Kürtlerin yoğun yaşadığı dört ülkede sınır tanımadan ama ilerde kurulacak muhtemel bir devletin alt yapısını oluşturacak şekilde bir anayasa sözleşmesi hazırladılar ve buna bağlı bir yapılanmaya gittiler. Yasama yürütme yargı gibi bir devlette olması gereken tüm kurumlara KCK sözleşmesinde yani KCK anayasasında yer verdiler. PKK da bunun bir alt kolu olarak yer alıyor.

HAKKARİ PİLOT BÖLGE

* PKK halihazırda “resmi” olarak “bağımsız devlet istemiyorum” diyor.


Çünkü o tezin şu aşamada bir karşılığı yok. Bunu revize ettiler. 1978’den bu yana Abdullah Öcalan’ın açıklamalarına baktığımızda 40 ayrı öneri getirdiğini görürsünüz. Devlet kurma hedefimiz yok diyor sonra var diyor. Sonra tekrar “Bin yıllık Kürt tarihinde Kürt devleti kurmaya hiç bu kadar yaklaşmadık. 1993 final yılımızdır” diyor. Ama gelinen son noktada hedefleri bu. Eylemlerin tırmandırılması, Hakkâri’nin pilot bölge seçilmesi, demokratik özerklik projesinin ete kemiğe büründürülmesinden kaynaklanıyor. Hakkâri’de başarılı olabilirlerse bunu Diyarbakır’a doğru yaygınlaştırmak istiyorlar.

DERİN PKK VE ÖCALAN

* Son dönemde Öcalan’ın sözleri ile örgütün, silahlı ve siyasi organlarının yapıp ettikleri birbiriyle uyuşmuyor, örgüt, liderinin altını boşaltmış görünüyordu. PKK içinde bir derin PKK’dan söz edebilir miyiz?


Geçtiğimiz günlerde Osman Öcalan, PKK’da kontrol dışı güçler var diyordu. Özü itibariyle doğru. Tek odaklı tek merkezli bir derin yapı yok PKK’da. Küçük küçük iktidar adacıkları var. Bunlar farklı gizli servislerle örgütlerle bağlantılı haldeler. Mesela İran’ın, Suriye’nin, MOSSAD’ın kontrol edebildiği odaklar bunlar. İhtiyaç duyulduğunda harekete geçirilebiliyorlar. Son örneği Dağlıca baskınıdır. Abdullah Öcalan avukatlarına yaptığı açıklamada bir barış şartı ortaya koyuyor. Yeni anayasaya bir fıkra eklenirse PKK iki ay içinde silah bırakacak diyor. Bu açıklamanın üzerinden bir ay geçtikten sonra 21 Ekim’de Dağlıca baskını oluyor. Bu, barış sürecini sabote etmeye yönelik bir eylem sonuçta.

* Tıpkı 1993’teki 33 er olayı gibi…

Aynen öyle. Sonra avukat görüşmelerinden anlıyoruz ki Öcalan’ın Aktütün baskınından da haberi yok, canlı bomba eylemlerinden de. Avukatlarına talimat veriyor, bundan sonra her eylemden haberim olacak diye. Bu bile bir öfkeyi yansıtıyor. Avukatların Öcalan’dan aldıkları açıklamaları örgüte farklı yansıttıkları iddiası da var. Bunlar ciddiye alınması gereken iddialar.2002’de AK Parti’nin iktidara geleceği anlaşılınca İmralı’da Öcalan’ın tecrit edildiği iddiaları artmıştı. Ki Öcalan üzerinden PKK hareketlensin. Bunun seçimden sonra da arttığını görüyoruz. Yine 2004’te, yani 5 yıl aradan sonra PKK’nın terminolojisiyle yeniden “savaş” kararı almasında da Türk derin devletinin çok ciddi rolü var. Çok girift, çok karmaşık bir ilişki var. İstedikleri zaman yabancı ülkelerin taşeronu, istedikleri zaman askeri vesayetin aracı olarak devreye girebiliyor PKK. Ama onlar bunu kullanılmak olarak görmüyorlar, asıl onları ben kullanıyorum hedefe ulaşmak için diyorlar.

KÜRT ERGENEKONU TASFİYE OLMALI

* Gelinen nokta da bunu göstermiyor mu? Sonuçta PKK 30 yıl boyunca böyle bir coğrafyada, son derece karmaşık dönemlerin içinden çıktı, var kaldı, bir tür “kurumsallaştı”, kendini kabul ettirdi…


Tabi tabi. Şimdi gelinen noktada artık derin devlet büyük ölçüde tasfiye sürecine girdi. Gerçek manada barışın tesis edilmesi için derin PKK’nın da tasfiye olması lazım. Bu konuda ciddi eksikliğimiz. TBMM Faili Meçhulleri Araştırma Komisyonu raporuna göre bin 700 kişi faili meçhule kurban gitmiş durumda. 17 bin rakamı yalandır. O rakamın içinde PKK’nın öldürdükleri de var. PKK’nın askere polise ve sivil vatandaşa yönelik eylemlerinin dışında, kendi iç infaz sonucu katlettiği 5 bine yakın insan var. Bunlar tümden PKK’lı. Faili meçhul dense de PKK’nın da faili belli cinayetlerinin sorgulanması gerekiyor. Sivil toplum kuruluşlarının, Kürt orijinli aydınların derin devletin yargısız infazlarına gösterdiği tepkiyi PKK’nın bu infazlarına karşı da göstermesi lazım. Muhsin Kızılkaya, Orhan Miroğlu, Bejan Matur, Kemal Burkay tavır alıyor. Bu ses ne kadar güçlü olursa PKK’nın vesayeti o ölçüde daha kolay kırılır ve bu bizi barışa daha fazla yaklaştırır.

ÖCALAN’IN KADERİ PKK’NIN ELİNDE

* Öcalan bir yandan PKK’ya silah bıraktıracak tek kişi benim” diyor, öbür yandan “Ben PKK’yı bitiremem, beni bitirirler”. Derin PKK’nın Öcalan ile ters düşme olasılığı nedir? İkinci sorum da şu: Öcalan eceliyle mi ölür İmralı’da? Öcalan’ı birileri bitirmek isterse –ki Türk Ergenekon’unun işlevsizleştirildiği varsayımından hareket ediyoruz, hala yapabilmesi mümkün müdür?


İmralı’da o çok zor gözüküyor. Böyle bir ihtimale karşı orada görev yapan kişiler çok sıkı denetleniyor. Belli dönemlerde eğitime tabi tutuluyorlar, görev yapacaklardan hiçbiri şehit yakınlarından seçilmiyor. Ola ki duygusal bir reaksiyon verebilir, suikast girişiminde bulunabilir diye. Psikolojileri zaman içinde bozulabilir diye sınırlı sürede görev yaptırılıyorlar. Eskiden üç aydı. Ciddi tedbirler alınıyor yani, bana zor bir ihtimal olarak gözüküyor ama PKK Türkiye’yi karıştırmak için bazı söylentileri yayabiliyor.
Ben Abdullah Öcalan’ın kaderini PKK’nın belirleyeceğini düşünüyorum. PKK’nın alacağı pozisyon, Öcalan’ın kaderini belirler. Eğer PKK hesaplarını Türkiye’ye kan ve şiddet üzerinden ciro etmeye devam ederse Abdullah Öcalan oradan asla çıkamaz. Ama PKK tarihin akış yönünü iyi okur, iyi değerlendirir, barış sürecine katkıda bulunmak, silah bırakmak ve siyasallaşmak isterse ben buna zemin oluşturulacağını düşünüyorum.Oluşacak barış havasının Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki durumunu biraz daha netleştireceğini düşünüyorum.

* Öcalan tersini söylüyor, PKK’nın kaderi benim elimde diyor.

Mümkün değil. Abdullah Öcalan istese de tek başına PKK’yı yola getiremez.Artık kontrol tümden Öcalan’ın elinde değil. Etkili ama tümden değil.

PKK ÖCALAN İLE İLİŞKİSİNİ KERHEN YÜRÜTÜYOR

* Öcalan, PKK’nın talimatlarını dinlemediği ya da bozduğu, sırf tabanı mobilize edebilmek için kullandığı bir figürden ibaret yani öyle mi?


O şuradan kaynaklanıyor. Abdullah Öcalan’ın Kürt taban üzerinde ağırlığı var, PKK o nedenle kitlesel zemininin kaybetmemek adına Öcalan ile işbirliğini kerhen yürütüyor. Çünkü PKK Abdullah Öcalan’ı gözden çıkarırsa doğu ve güneydoğuda tabanının büyük ölçüde kaybeder. Abdullah Öcalan gücünü PKK’dan değil tabanından alıyor.

* Türkiye devleti o tabanı, yani kendi vatandaşlarını kaybetmemek, kazanmak adına Öcalan’ı mı dikkate almalı?

Öcalan önemli bir figür ama tek başına Öcalan ile yürütülecek bir müzakereden barış projesi çıkmaz.
 Onun iradesiyle çözülebilecek bir figür olmaktan çıktı Öcalan. Dikkate alınmalı ama sorunun çözümünü sadece ona endekslenmemesi gerekir. Bu uluslararası bir meseledir aynı zamanda. Dışarıda da örgütün bağlarını koparmak için dışarıda çok ciddi faaliyetler yürütülmeli. AB üyesi ülkelerle, özellikle Fransa ve Almanya ile, bölge ülkeleriyle, Amerika ve İsrail’le diplomatik çabaların güçlü yürütülmesi gerekiyor, yürütülüyor da. KCK operasyonlarına dışarıdan çok ciddi reaksiyon çıkmıyor. Bu, meselenin iyi anlatıldığını gösteriyor. PKK Kandil’e doğru sıkıştırılıyor. Bu süreç bu tonda sürerse PKK ciddi mevzi kaybettirecektir.

MANDELA VE ÖCALAN

* Öcalan’a ev hapsi çözüme katkı sunar mı?


Şartlı olarak böyle bir şey olamaz. Şunu yapın yoksa şu olur, kabul edilemez. Mandela 28 yıl hapishanede kaldı. Hayatı boyunca ırkçılığın çözümüyle ilgili talepleri kendi şahsına endekslemedi. Ama sorun çözüldüğünde o da dışarıdaydı. Eğer sorun çözülür, kan akmazsa o günün toplumsal şartları Türkiye’yi bu konuda bir yere taşır.

KÜÇÜK VE PERİNÇEK GÖREV ADAMIDIR

* Ergenekon tutuklularından Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek’in Öcalan ile samimi fotoğrafları var kitapta. PKK ile bağlantıları üzerine bilgiler de var… Nasıl bir ilişkidir bu? Kimdir bu isimler?

Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek solcu değil görev adamıdır.
 Derin devlet ihtiyaç duyduğunda bu iki şahsı da kullanmıştır. Bunlar da gönüllü olarak yerine getirmişlerdir. Zaten Yalçın Küçük bunu açıkça ifade ediyor. Abdullah Öcalan’a yönelik bir suikast girişimini kendisinin deşifre ettiğini, bu bilgiyi de devlet görevlilerinden aldığını açıkladı. “Bana bir görev verdiler, ben de yerine getirdim” dedi. Onların Bekaa Kampı ziyaretlerini bir gazetecilik faaliyeti ya da entelektüel çaba gibi görmek saflık olur. Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek yakın derin tarihin en önemli figürleridir.

* Daha yakın dönem içinde aynı işlevi yerine getiren isimler var mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder