28 Ekim 2014 Salı

Risale-i Nur Tefsir Alimleri İçin Definedir


Emekli Müftü Yahya Alkın: “Risale-i Nur, Kur’An-ı Kerim’in bir tefsiri, burhanıdır. Tefsir ve belagat sahasında çalışan bir zat, bir ilim adamı; özellikle İşarat-ül İ’caz ve Muhakemat’ı mutlaka okuması lazımdır. Kur’An tefsiriyle uğraşan ilim adamlarının bu defineden mahrum kalması önemli bir kayıptır.”

Yeni Asya gazetesi, Emekli Müftü Yahya Alkın ile, Diyanet İşleri Başkanlığı (İstanbul) Haseki Dini İhtisas Merkezi çerçevesinde bir sohbet gerçekleştidi. Alkın Hoca, tefsir ilmiyle ilgilenenlerin özellikle Risale-i Nur eserlerini incelemesini arzu ediyor.


Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra, dünyanın ilim merkezi haline gelen medreseler; daha sonraki yüzyıllarda bu hususiyetini yavaş yavaş kaybetmiş. Bu konuda Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin de tesbitleri ve teklifleri var. Siz de bu konuyu değerlendirebilir misiniz? Ve medeniyet mirası bu değerlerin etkin bir şekilde tekrar hayat bulması ve insanlarımızın hizmetine sunulması anlamında tavsiye ve görüşleriniz nelerdir?

Bu sorunuz, şimdiye kadar sorduklarınızın en önemlisidir. 
Bediüzzaman’ın  önemli bir tesbitiyle üzerinden biraz duralım, açıklayalım.
Bu hususta yüce mütefekkir diyor ki: “Vicdanın ziyası, ulum-i diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İştirak ettikleri vakit; birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.” (Münazarat, sh. 119)

Sözünü ettiğiniz devir, yani Fatih Sultan Mehmed’in devrinde medreselerdeki eğitim dünya ve ukbayı kuşatıyordu. Vicdanlar dini ilimlerle ziyadar, akıllar dünyevi ilimlerle nurlu ve aydın idi. Bu iki cenah ile dünya çapında çaplı büyük alimler yetişiyordu. İbn-i Kemal’ler, Molla Gürani’ler, Şeyhulislam Ebu Suud’lar hep o yükseliş devirlerinde yetişen büyük alimler idi. Gerileme devirlerinde iki cenahdan biri terk edildi. Aklın nuru sönmeye yüz tuttu. Bir tarafta iman za’fiyeti, diğer cenahta taassub kendini gösterdi. Eğitimle ilgili bu önemli ve uzun konuyu noktalayıp diğer çok önemli bir tesbit ve teşhise geçelim.

 
Bediüzzaman diyor ki: “Bu zamanda ehl-i İslam’ın en mühim tehlikesi; fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yeganesi nurdur, nur göstermektir ki; kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun.” (Onaltıncı Lem’a, İkinci meraklı sual.)


Bu önemli teşhisin nasıl can alıcı bir teşhis olduğunu anlamak için Rehber-i Mutlak ve Kudve-i Kul olan Resul-i Ekrem (asm) Efendimiz’in ibretlerle dolu hayatına bir bakalım:

Resul-i Ekrem Efendimiz’in (asm) peygamberlik müddeti 23 sene devam etmiştir. Bu müddetin 13 senesi Mekke devri, 10 senesi Medine dönemidir. Mekke devrinde ahkam ayeti nazil olmamıştır. Hatta namazın dışında, ibadetlerle ilgili hükümler yoktur. Medine döneminde, Bedir Muharebesi yapılıncaya kadar, yani hicretin 2. yılına kadar ahkam ayetleri nazil olmamıştır. 13 sene Mekke devri, Bedir Muharebesi de hicretin 2. yılında yapıldığına göre 15 ahkam ayeti yok. Nikah, boşanma, süt mes’eleleri, örtünme, ferdin, ailenin ve toplumun hayatını tanzim eden hükümler hep Bedir Muharebesinden sonra; yani 15 sene sonra inmeye başlamıştır.

Peki, bu 15 sene içerisinde inen ayetler hangi konularla ilgili idi? Cevab: Usul-ud Din ile yani imanın temelleri, esasları, itikadla ilgili ayetler iniyordu. Vaktaki iman gönüllere hakim oldu, ahkam ayetleri gelmeye başladı. Bu safha çok önemlidir. Çünkü inanmış insan, bir ilmihal ile hayatını tanzim eder. İnanmayan kişiye İslami kaynakları ihtiva eden bir kütüphane hediye etsen açıp yüzüne bakmaz. Temel; iman meselesidir. İşte felaket-helaket asrının adamı olan  
Bediüzzamanbu temeli nazara veriyor, evvela yapılması gereken en önemli konuya dikkatleri çekiyor.

Kanaatim ve tecrübelerim şudur ki; Diyanet camiamızda ve Milli Eğitim’de hizmet veren görevlilerin çoğunluğu bu temel meseleyi layıkıyla anlamış değillerdir. Kimse alınmasın ve kusura bakmasın, uzun tecrübe ve müşahadelerimle bunları söylüyorum.

İstiklal Marşı şairimiz merhum Mehmed Akif; “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”derken bu önemli noktaya işaret ediyordu. Fakat kitap-sünnet dengesini hiç bozmadan, asrın idrakine İslamı anlatan ve terennüm eden 
Bediüzzaman  olmuştur. Risale-i Nur Külliyatı meydandadır. Söylediğimiz kuru bir iddia değildir. Risale-i Nur, Kur’an-ı Kerim’in bir tefsiri, burhanıdır. Artan bir genişleme ile bütün dünyada okunmaktadır. Avrupalı bir düşünür: “Bediüzzaman materyalizmi ve ateizmi yıkmıştır” demiştir. İslam’a, insanlığa hizmet için uğraşan ve bilhassa bu sahada resmen görevli olanlar: “Derya içinde deryayı bilmeyenler” gibi olmamalıdır. Bu, büyük bir kayıp olur.

Mesela; tefsir ve belagat sahasında çalışan bir zatın, bir ilim adamının; hususiyle 12. Söz, 25. Söz, İşarat-ül İ’caz ve Muhakemat’ı mutlaka okuması lazımdır. 25. Söz, 40 vecihle Kur’an-ı Kerim’in mu’cize olduğunu orijinal tesbitlerle izah ve isbat eder. Kur’an tefsiriyle uğraşan ilim adamlarının bu defineden mahrum kalması önemli bir kayıptır. İşarat-ül İ’caz, Kur’an-ı Kerim’in nazmının da mu’cize olduğunu, harf harf, kelime kelime, cümle cümle örnekleriyle izah ve isbat ediyor.

 
Bediüzzaman usul-ud din ve kelam sahasında hiçbir özenti ve taklide girmeden çok mükemmel bir Kur’ani çığır açmıştır. Külliyat meydandadır, ilim ehlinin araştırmalarına açıktır. Bu araştırmalar doktora tezleri çalışmalarıyla yapılmaya başlamıştır. Cenab-ı Hak (cc) kemale erdirsin.
 Bediüzzaman diyor ki: “Yazılan sözler tasavvur değil tasdiktir. Teslim değil, imandır. Marifet değil, şehadettir, şuhudur. Taklid değil, tahkikdir. İltizam değil, iz’andır. Tasavvuf değil, hakikattir. Dava değil, dava içinde bürhandır.” (Yirmi Sekizinci Mektup, Yedinci Mesele.)

Otuzüçüncü Söz’ün Otuzuncu Penceresi’nde, Cenab-ı Hakk’ın varlığının isbatta kelam alimlerinin çok kullandıkları hudus ve imkan delillerini hulasa ettikten sonra, daha evvel söylenmeyen, yepyeni bir izah tarzı getiriyor.
Şu bir gerçektir ki: Marifetullah’ın kaynaklarından olan kainat kitabını, Kur’ani bir bakış açısıyla 
Bediüzzaman kadar mükemmel izah edip anlatan bir müfessir ve mütefekkir yoktur.
Netice olarak, samimi üzüntümü tekrar yad edeyim: Diyanet ve İlahiyat camiası, genelde bu ilim, irfan ve marifetullah kaynağından uzaktırlar. Bulunmaları gereken noktadan uzaktırlar. Bu durum, hizmet adına büyük bir mahrumiyettir. İstisnalar var tabii…

Bu yazdıklarım benim temenni ve niyazımdır. Hiç kimseyi itham etmek aklımın ucundan geçmez.

Tesir Allah'tandır.


RİSALİYA AJANS

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder