18 Şubat 2015 Çarşamba

Ölümsüzlüğe ölmenin adı: Şehadet : Tevhid kelimesinin yücelmesi için ölüyor muyuz? Allah’ın adı yüce olsun diye, Kur’an’ın hükmü hayata âmir olsun diye, müslümanlar zilletten kurtulup lâyık oldukları izzete kavuşsunlar diye ölüyor muyuz? Söyle ey mü’min kardeşim, ölümsüzlüğe ölüyor muyuz?





ÜMMET NE ZAMANKİ CİHADI TERK ETTİKURANI TERK ETTİ,KAFİRLERİN KÜFÜR VE ŞİRKİN KUŞATMASINDAN KURTULAMADI,

MÜSLÜMAN İÇİN CİHAD BİR YAŞAM BİÇİMİDİR,ANCAK BU GÜNÜN MÜSLÜMANLARINA BAKTIĞIMIZDA BİR YAHUDİ VE HRİSTİYANDAN FARKI YOKTUR,ÇÜNKÜ KURANI KERİMİN SIK SIK UYARMASINA RAĞMEN ÜMMETİN KURANI VE CİHADI TERK ETMESİYLE KORKUNÇ BİR YAHUDİLEŞME ZİLLET VE MESKENET BAŞLADI,


Allah'ın dini, Müslümanlar tarafından gerektiği kadar sahiplenilmemektedir. Allah'ın dinini dert edinen ve bu yolda cihad eden ve çalışanların sayısı oldukça azalmıştır. Evlatlarımız, ana babamız, meskenlerimiz ve kesada uğramasından korktuğumuz ticaretimiz bize Allah'ın dinini unutturdu. 

Allah yolunda her türlü gayreti göstermek Müslümanların üzerine farzdır. Müslümanlar Allah'ın yolunda elinden ne geliyorsa yapmalı, son nefesini verinceye kadar Allah yolunda çalışmaktan ve hizmetten geri kalmamalıdır. Müslümanlar bu gün, çocuğunun dünyalık geleceği için, ticaretinde kazancını artırmak için, siyasi partisi için ve tuttuğu takım için endişelenirken ve her türlü fedakarlığı yaparken, Allah'ın dini ve Müslümanların durumu hakkında hiçbir endişe taşımamaktadır. Bu acı ve ızdırap dolu günlerde Allah'ın dinini dert ve tasa edinenler çok büyük mükafatlar elde edeceklerdir.

Allah Yolunda Cihad ve Şehadet

https://www.youtube.com/watch?v=s1zSEGqOnX0

***************************


Cihad ve Şehadet
İslam’ın her buyruğu gibi, cihad ve şehadet kavramları da anlamakla ve yaşamakla mükellef olduğumuz kavramlarımızdandır. Öncelikle bu kelimelerin anlamını vererek konumuzu açıklamaya çalışalım.

Cihad, İslâm’ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, cehd ve gayret sarf etmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir. Başka bir ifade ile Allah Teâlâ tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihinsel düşünceleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir. İnsanın maddî-manevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak Hakk’ın düşmanlarını yola getirmek için gayret göstermesi “cihad” dır. Cihadı yapan kişi de “mücahit”tir.



Şehadet ise; Arapça bir kelime olan şehid, “şe-hi-de” fiilinden türemiş olan bir isimdir. Mastarı, şehâdettir. Şehidin çoğulu, “şuhedâ” ve “eşhâd” olarak gelir.

Dinî anlamda, Allah rızası için, O’nun yolunda canını fedâ eden müslümana verilen isimdir. Ona bu ismin verilmesinin sebebi, cennetlik olduğuna şahitlik edilmiş olması veya onun Yüce Allah’ın huzurunda yaşıyor bulunması yahut ölümü sırasında meleklerin hazır bulunması yahut da ruhunun doğrudan doğruya Daru’s-Selâm’da, Cennet’te bulunması veya Allah tarafından çeşitli mükâfatlarla mükâfatlandırılmış olmasıdır.

Cihad Kavramı:

İslâm’da cihad farzdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor: “Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı” (el-Bakara, 2/216)

“Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla çarpışın “ (el-Bakara, 2/193).

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de “Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır” (Ebû Davûd, el-Cihad, 33) buyurmuştur.

Bu farziyet bazı hallerde farz-ı ayın, bazı hallerde ise farz-ı kifaye olur. Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gayesini gerçekleştirebiliyor; müslümanların yurt, mal, ırz, namus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı koruyabiliyorsa o takdirde cihad farz-ı kifaye olmuş olur ve diğer müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar. Şayet fert fert gücü yeten her müslümanın düşmana karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayın olur; herkesin bizzat cihâd etmesi gerekir.

İslam’da cihadın gayesi, yukarıda zikredilen ayette de belirtildiği gibi yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir. İslâm’da savaş, intikam, öldürme, yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil; bunları ortadan kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanları zorla İslâm’a sokmak yoktur. Cihad’dan maksat, insanları baskılardan kurtarmak, İslâm’ın yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla müslüman olabilecekleri ortamları hazırlamaktır.

İslâm’ın gayesi toprak ele geçirmek değildir. O yalnız bir bölge ve kıta ile yetinmez. İslâm bütün dünyanın saadet ve refahını düşünür. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme, hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda, “İman ve Allah yolunda cihad’dır.” (Tecrîd-î Sarîh Tercümesi, VII, 445), buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın cihadla varlığını sürdüreceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca Allah yolunda savaşanları, gazilik ve şehitlik rütbesine erenleri öven ve onlar için büyük nimetler ve dereceler bulunduğunu haber veren birçok ayet ve hadis vardır.

Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş vukû bulunca sabır ve metanetle savaşırlar. Zira Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Fakat düşmanla karşı karşıya gelirseniz sabrediniz, direniniz. “ (Buharî, Cihad, 112, 156, Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud, Cihad, 89) buyurmuştur. Müslümanlar savaş anında Allah’a güvenir ve Allah’ın kendileriyle beraber olduğunu bilirler. Onun şu buyruğunu hiç akıllarından çıkarmazlar. “Ey peygamber; sana da sana tâbi olan müminlere de Allah yeter. “ (el-Enfâl, 8/64)

Ebu Hureyre radıyallahu anhden şöyle rivayet edilmiştir:
“Bir kere Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme bir kişi geldi:
“Ya Rasulallah! Bana cihada eş bir ibadet gösterir misiniz?” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Cihad değerinde bir ibadet bulmuş değilim ki!” buyurdu. Ve devam ederek:
“Sana sorarım, gücün yetişir mi ki, mücahid sefere çıktığı sıra sen de mescide girip, o dönünceye kadar namaz kılasın da hiç usanmayasın. Ve oruç tutasın da iftar etmeyesin” diye sordu. O kişi:
“Buna kimin gücü yeter ki?” diye cevap verdi.”(Buhari)

İslâmiyet’e göre cihad, bize harp açanlara (Bakara, 2/190) verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara (Tevbe, 9/12-13), Allah’a ve ahiret gününe inanmayarak, Allah ve Peygamberin haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı (Tevbe, 9/29), yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah’ın dinini hâkim kılmak (Bakara 2/19) gayesi ile meşrû kılınmıştır.

Müslümanlar savaş için düşman memleketine girip bir şehri veya bir kaleyi muhasara ettikleri zaman, önce onları İslâm’a davet ederler. Kabul ederlerse kendileriyle savaşmazlar. Şayet İslâm’ı kabul etmezlerse İslâm devletine cizye vergisi vermesini isterler. Verirlerse mal ve can güvenliğini elde ederler. Bunu da kabul etmezlerse geriye savaşmak kalır.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ise: “Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz.”

Yine; “Allah benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla eli ile fiilen mücadele eden mümindir, dili ile mücadele eden mümindir, kalbi ile mücahede eden mümindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur” (Müslim, İman 20) buyurmuşlardır.

Cihad için, Allah’ın dinini hâkim kılmak için yapılacak en ufak bir çalışma, bu yolda duyulacak en ufak bir eziyet, netice itibariyle dünyadan ve dünya içindeki her şeyden daha değerli, daha üstündür. Çünkü mücahid için Allah’ın rızası ve cennet vardır. Çünkü mücahid cihada, Allah’ın dinini hâkim kılmak için mücadeleye girişirken eziyetleri, ızdırapları, işkenceleri ve ölümü göze almıştır. Çünkü bu yolda ölüm, ölüm değildir. Bu yolda ölmek, yeni ve ebedi bir hayata geçiştir. Bu yolda ölmek şehadettir. Allah yolunda ölmek, ölmek değil dirilmektir. Çok ama çok karlı bir alışverişin yapılmasıdır, Allah yolunda ölüm. Şehadet; Yüce Rabbin hiçbir karşılık istemeden verdiği can ve malı, , cennet karşılığında kulundan satın alışıdır. Bu muamele, hem karlıdır, hem de garantilidir. Allah’ın garantisi altındadır. Karşılığı; ya zafer ya ganimet, ya cennet ya da şehadet yani kurtuluştur. Mü’min kul bilir ki, cihad yolu ve şehadet yolu Rabbinin rızasını kazanmada en emin, en sağlam yoldur.

Şehidlerin günahlarının af olunacağı, Kur’an’da müjdelenmiştir:

“Rabb’leri onlara karşılık verdi: Ben, sizden erkek, kadın, hiç bir çalışanın işini zâyi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz. Göç edenler yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkence edilenler... Elbette onların kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. (Yaptıklarına), Allah katında bir karşılık olarak (bu nimetleri vereceğim). Şüphesiz karşılıkların en güzeli Allah katındadır” (Âli İmran, 3/195).

Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin, şehîd olmanın fazileti hakkında söylemiş olduğu iki hadisin meali de şöyledir:

“Cennete giren hiç bir kimse, dünya üzerindeki her şey kendisine verilse bile, dünyaya dönmek istemez. Ancak şehid müstesnadır. O, göreceği ikramdan dolayı tekrar dünyaya dönüp on defa daha öldürülmeyi (şehid olmayı) temenni eder” (Buhârî, Cihâd 6; Müslim, İmâre,108,109; Neseî, Cihâd 33).

“Muhammed’in nefsi, elinin kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşmak ve öldürülmek, sonra savaşmak ve yine öldürülmek, sonra yine savaşmak ve öldürülmek isterdim” (Buhâri, İman, 26; Müslim, İmâre,103,107; Neseî, Cihad, 37).

Şehadet kavramı ise:

Şehid olmada ölçü, Allah’ın rızasıdır. Allah rızası için mücâdele eden, İlâyı Kelimetullah yani O’nun adını yüceltmek için çaba sarfeden, cihâd eden ve bu yolda canını veren de, şehid olmuş olur.

Bir a’râbî Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin huzuruna gelerek: “Ya Resûlullah! Bir adam ganimet için, diğeri şöhret için, öbürü riya ve gösteriş için savaşır. Hangisi Allah yolundadır?” diye sorunca,
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı vermiştir:
“Kim Allah’ın adını, hükmünü yüceltmek, her şeyin üstüne çıkarmak için savaşırsa, o Allah yolundadır” (Buhârî, İlim, 45; Cihâd,15; Müslim, İmre,150,151; İbn Mace, Cihad,13; Ahmed b. Hanbel, IV, 392, 397, 402, 405, 417).
Allahü Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen buyuruyor ki:

“Allah yolunda şehîd olanlara ölü demeyiniz. Onlar diridirler. Kendilerine her zaman rızk verilir. Onlarda azâb olunmak korkusu ve nîmetlerden mahrûm kalmak üzüntüsü de yoktur.” (Âl-i İmrân sûresi: 170)
“Allah yolunda öldürülüp şehîd olanlar, kıyâmet gününde, yaralarının kanı akarak gelirler. Rengi kan ve kokusu misk kokusu gibi olur. Huzûr-i Mevlâ’da haşr oluncaya kadar, bu hâl üzere bulunurlar.” (Hadîs-i şerîf-Dürre-tül-Fâhire)

Cennet’te ağlayan bir adam bulunur. Ona niçin ağlıyorsun denir. O şöyle cevap verir: “Ben Allah-ü Teâlâ yolunda öldürüldüm. Şehîdlik o kadar güzel ki, tekrar dünyâya döndürülüp, üç defâ daha şehîd olmayı arzû ediyorum. Fakat daha fazla şehîd olamadığım için ağlıyorum.” (Ka’b-ül Ahbâr)“Şehîdin, kul haklarından başka bütün günâhları affolur. Kul haklarını da, Allah-ü Teâlâ kıyâmette helâllaştıracaktır. Cihâdda ve hac yolunda ve sınır boylarında nöbette ölenlere, kıyâmete kadar bu ibâdetlerin sevâbı devamlı verilir. Bedenleri çürümez. Her biri kıyâmette yetmiş kişiye şefâat eder” (İbn-i Âbidîn, Seyfeddîn Fârûkî)

Müslümanları, düşmanlarına üstün kılan en mühim esaslardan biri “ölürsem şehidim, kalırsam gazi...” inancıdır. Bu durum, ayette “iki güzelden biri” (Tevbe Sûresi, 52) şeklinde ifade edilmiştir. Yani, mü´min için savaşta iki güzel neticeden biri vardır: Ya galip gelecek gazi olacak, ya da şehit olacaktır. (İbnu Kesir, IV, 102; Nesefi, II, 130)

Halid b. Velid´in İran komutanına söylediği şu sözler, şehitlik kavramının müslümanlara neler kazandırdığını gösteren güzel bir misaldir: “Sizin, hayat ve şarabı sevdiğiniz kadar, ölümü seven bir orduyla size geldim.” (Abdü rabbih, s., 387)

Müminler olarak şu gerçeğe kesin olarak inanıyoruz ki, hakikaten Allah Teala’nın kulları için ihtiyar buyurduğu her şey hayırdır, velev acı ve zahmetli olsa dahi. Öyle ise şehadet olgusu, İslam ümmeti için bir kayıp ve ziyan değildir. Akl-ı selim sahibi hiçbir Müminin, şehadet hakikati için kayıp ifadesini kullanması mümkün değildir. Allah Tealanın arzuladığı ve kulları için istemiş olduğu ferman-ı ilahisine kayıp veya zarar demek mümkün müdür? O halde şu hakikati çok açık ve net olarak söyleyebiliriz ki, şehadet; İslam ümmeti için en büyük kazanç ve yarınlarımız için en büyük yatırımımızdır. Zira şehitlerimizin akıtmış oldukları o mübarek kanlarının tüm zerreleri, bir rahmet yağmuru misali, ölü bedenleri diriltip canlandıracaktır ve me’yus olan gönüllere büyük müjdeler zerk edecektir. Evet, şehadet bir ruhtur, ölü olan hücrelere, gönüllere ve bedenlere, İsrafil aleyhisselamın ikinci üflemesi gibi hayat bahşetmekte, canlandırmakta ve harekete geçirmektedir. İslam ümmetinin hayat / can damarı ve varlık iksiri olan şehadete hiçbir zaman kayıp denilebilir mi?
Hayat önderimiz ve şehadet öğretmenimiz olan Resul-ü Zişan Efendimiz buyurur ki;

“Öylesi bir zaman gelecek ki, aç insanların yemek kabı üzerine üşüştükleri gibi yabancı milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir!”

Ashab (radıyallahu anhüm): “Ey Allah’ın Rasulü! O gün bizim azlığımızdan mı bu olacaktır?” diye sorunca,

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hayır, bilakis sizler çok olacaksınız, fakat sel üzerindeki çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizden çekinme duygusunu çekip alacak sizin kalbinize ise acziyet sokacaktır.”

Ashab : “Ey Allah’ın Resulü! Acziyet nedir?” deyince,

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Dünyayı sevmek ve ölümden nefret etmektir!” buyurmuştur. (Süneni Ebu Davud)

İslam ümmetine ölümsüz bir hayatın çığırını açan, izzetle yaşamanın sürurunu tattıran ve bu yolda önümüzde nur olup ışık saçan ümmetin tüm şehidlerine selam ve ihtiram olsun.



Muhammed Musab El-Bazidî

***************************

Şubat için “Şehadet ayı” denir. Ümmet-i Muhammed çok şehid vermiştir Şubat’ta. O halde bir Şubat yazısını “Şehadet”e ayırmamak olmaz.
Ölümsüzlüğe ölmenin adıdır “Şehadet!” Hani, insan tarih boyunca“ölümsüzlük iksiri” aranmıştır ya... İşte “hiç ölmemenin tek yolu; şehadet”tir.Allah yolunda ölmek!... Eğer Allah yolunda canını feda edersen, “ölümsüzlük iksiri”ni içmiş olursun. “Şehid” olan mü’minin ölmez, “daha güzel bir hayata dirilir.”
“Şehadet mertebesi”ne ulaşırsan, “Allah katında kıymetin” pek yüce olacak! Tertemiz, dupduru, günahların affedilmiş olarak Yaradan’ına kavuşacaksın.Hiçbir zaman kaçamayacağın ölüm, senden kaçacak! Sen şehid olursan ölüm sana ne yapabilir ki? Çünkü bir kez ölümsüzlüğe ölmüş, şehid olmuşsun!
Varsın birileri dünyayı çok sevsin. Sen, ey mü’min kardeşim, sen ölümü sev!Hayır hayır, ölümü değil, ölümsüzlüğü, ölümsüzlüğe ölmeyi sev! Sen “şehadet”i sev!
Şu “acıların dünyası”ndan “daha güzel bir alem”e geçmek için, ömrünü“şehadet peşinde” geçirmelisin! Eğer şehid olursan, “Allahu Teala’nın özel misafiri” olacaksın! Susuzluğunu “Cennet pınarları”ndan giderecek, açlığını“Cennet meyveleri”yle yatıştıracaksın! “Arş’ın gölgesi”nde “Rabbinin misafiri”olacaksın!
“Rabbinin misafiri” olmak istiyorsan “şehadet yolu”na girmeli; “Allah yolu”nda canını ve malını feda ederek “cihad” etmelisin! Tâ ki herkese nasib olmayan o “büyük şeref”e, o “mükemmel nimet”e, “şehadet”e kavuşasın! “Allah için yaşamak”, sonra da “Allah yolunda cihad” ederek“O’nun rızası için şehid olmak”, en büyük hayalin ve mutluluk kaynağın olmalı!
Önemli olan, “Rabbine şehadet etmek ve sanki bir şâhid ve şehid gibi yaşamak; bu şûura uygun fiiller işlemek”tir. Eğer şâhid olarak yaşarsan, Allah sana şehadeti nasip eder. Allah yolunda canını fedâ edersen, Cennet senin için hak olur. 
İnsan, Allah’ın bahşettiği hayatı kaybetmek istemez. Fakat ölüm kaçınılmaz bir gerçektir. Eğer bir şey mutlaka gelecekse, çok yakın demektir. Sana uzak gördüğün ölüm mutlaka gelecekse, ondan kaçamayacağın kesindir. Bu durumda önemli olan, nasıl yaşadığın ve nasıl öldüğündür.
O halde, “hayatına da, ölümüne de gerçek anlamını vermen” gerekecektir.“Hayatın gerçek anlamı şehid gibi yaşamak, ölümün gerçek anlamı ise şehid olmaktır.” Çünkü bu durumda sen, “Allah kelimesinin yüceltilmesi” görevini,“Allah’ın hükümlerini hayata hakim kılmak için mücadele” vazifeni yerine getirmiş; bu yolda en kıymetli şeyini, canını feda etmişsindir.
Hiç, sen “Allah rızası” için mücâdele eder, “Allah’ın adını yüceltmek” için cihad eder, Allah yolunda canından ve malından vazgeçersin de, Allahu Teala seni mükâfatsız bırakır mı? Elbette bırakmaz! Seni, duyduğunda yürekleri tatlı bir ürpertiyle harekete geçiren “şehidlik makamı”na ulaştırır. Sen artık Cennette “Peygamberlerin yoldaşı”sındır. Çünkü “gaza” ve “cihad” çalışmalarını şehidlikle taçlandırmışsındır.
Sen artık şehidsin ve ebediyyen Cennette yaşayacaksındır! Artık Cehennem sana haram olmuştur! Çünkü “Allah’tan başka ilah olmadığına dair şahitlik”ini sadece dilinle ikrar etmekle kalmamış, “Tevhid kelimesinin yücelmesi” uğruna tüm “dünyevi değerler”i bir kenara iterek şâhitliğini kanın ile sulamışsındır.
Nasıl olsa bir gün ölüp gideceğiz, değil mi? Ölümden sonra âkıbetimizin ne olacağını biliyor muyuz?
Ah, bir bilebilsek; geride, “eşim Allah için şehid oldu!” diyen gururlu eşler bırakabilmek ne güzeldir! Ah, bir bilebilsek; geride, “gözü yaşlı, ama ‘evladım şehid oldu’ diyerek yüreği mutlulukla dolmuş bir ana” bırakabilmek ne güzeldir! Ah, bir bilebilsek; geride, erkekliğe sığdıramayıp ağlayamadığından gözyaşlarını yüreğinin derinliklerine akıtan; ama“benim evladımm Allah için canını verdi” gururunu taşıyan bir baba bırakabilmek ne güzeldir! Ah, bir bilebilsek; geride, “benim babam, annem Allah için şehid oldu; ben bir şehid evladıyım; ben, hayatımı Allah’ın şâhidi olarak yaşayacağım” diyen evlatlar bırakabilmek ne güzeldir! Ah, bir bilebilsek; geride, “benim arkadaşım, can dostum Allah için şehid oldu”diyen dostlar bırakabilmek ne güzeldir!
Neler için ölmüyoruz ki! Malımız için ölüyoruz... Paramız için ölüyoruz... Toprağımız için ölüyoruz... Ülkemiz için ölüyoruz... Menfaatimiz için ölüyoruz! Fani dünyamız için ölüyoruz!
Hemen şimdi kalbine dön, yüreğinin derinliklerine in ve sor kendine... Hani, her şey için ölüyoruz ya...
Peki, Allah için ölüyor muyuz? Allah’ın rızasını kazanmak için ölüyor muyuz?Ebedi mutluluk diyarı olan Cennet için ölüyor muyuz! Tevhid kelimesinin yücelmesi için ölüyor muyuz? Allah’ın adı yüce olsun diye, Kur’an’ın hükmü hayata âmir olsun diye, müslümanlar zilletten kurtulup lâyık oldukları izzete kavuşsunlar diye ölüyor muyuz? Söyle ey mü’min kardeşim, ölümsüzlüğe ölüyor muyuz?
Nasıl olsa ölmeyecek miyiz? Nasıl olsa bu dünya hayatı sona ermeyecek mi? Peki, dünyevi çıkarlar için verdiğimiz canı niçin Allah için vermiyoruz?Bu can bu bedenden nasıl olsa çıkacak, bari Allah için çıksın, değil mi?
Hadi gelin, ölümsüzlüğe ölelim! Şehâdete... Bunun için, hayatımızı bir “şâhid” olarak yaşayalım.
Eğer “yaşayan bir şehid” olursan, şehadetinde sonsuzluğu yaşarsın!
Selam olsun “şehâdetin âşıkları”na!...
Yeniakit / Faruk Köse

*************************

Ömer Faruk ÖZCAN

CİHAD- MÜCAHİD- ŞEHADET- ŞEHİD


Bu kavramların hayatımızdaki önemini anlamak için önce o kavramların içi boşaltılmadan, anlamları üzerinde oynanmadan hem o kavramlara, hem de yaşandığı dönemlere ve o kavramları hayata geçirenlere bir bakmamız gerekmektedir.
Biz cihadı, mücahidi, şehidi, şehadeti ansiklopedi kitaplarından önce Rabbimizin kelamından, Peygamberlerin ve yollarını takip eden tebaalarının hayatlarından öğreniriz. Bu öğrenme, hayatları davaları olmuş bu mübarekleri tanıtmakla beraber, kavramların da nasıl işlevsel hale geldiğini bize gösterir. 
Bizler "cihadı alnımızın çatına vurduk, önce şehadeti koyduk her sabah duamızın başına" deyişlerin nasıl hayat bulduğunu da gördük ve hatta şahit olduklarımız da vardır.
Bizler Nemrut karşısındaki Hz İbrahim’i (as) gördük, hem de tek başına dimdik dururken cihad meydanlarında. 
Musa’yı (as) biliriz, firavundan ve gücünden korkmadan davası için nasıl cihad ettiğini.
Bizler Yusuf (as) tan öğreniriz iffeti ve namusu için nasıl mücahede edilmesi gerektiğini.
"Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseniz davamdan vazgeçmem" diyen peygamberimizden öğreniriz, dava şuurunu ve liderliği.
Şehadeti yaşayarak öğreten aileler biliriz, hem de zor zamanda, Yasir ailesi gibi.
Cihadın önemini evlendiği gece koşarak cihada katılan Hanzala'dan (ra) öğreniriz.
Mücahidler çoktur. Cennetin kokusunu alan Enes b. Nadr, Kahramanların efendisi hz Hamza, Haydar-ı Kerrar hz Ali, Yaşayan şehid Ubeyde b. Haris. Bu satırlara değil, kitaplara sığmayacak mücahitler biliriz asrı saadetten.
Bizler cihadı Allah yolunda canlarıyla mallarıyla İslam uğrunda gayret eden, yeri geldiğinde cihadını şehadetle taçlandıran ilim erleri biliriz. Ebu Hanifeler gibi. 
Kavramsal Manaları
Cihad: İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, gayret sarf etmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir. Daha açık bir ifade ile Allah (c.c.) tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir. İnsanın maddî-manevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak Hakk'ın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması "cihad"dır. (Şamil İslam Ansiklopedisi)
İslâm'da cihad farzdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor: "Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı." (Bakara, 216). "Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın." (Bakara, 193). "Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kişilerle savaşınız." (Tevbe, 29); "Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşınız. " (Tevbe, 36). Hz. Peygamber (s.a.s.)'de "Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır" (Ebû Davûd, el-Cihad, 33) buyurmuştur.
Çaba sarf eden, tüm imkânlarını kullanarak belli bir hedefe varmak isteyen; düşmana karşı var gücüyle savaşan, dünyevî hiç bir menfaat beklemeksizin sırf Allah rızası için ve O'nun yolunda cihad eden kimseye Mücahid denir. (Ş.İ.A)
 Cihaddan ve Mücahidden bahsedildiği yerde illaki şehid ve şehadetten de bahsetmek gerekir. 
Şehid: Kelime olarak kesin bir haberi veren, bildiğini söyleyen, hazır olan, bulunan, bir hadiseye şahid olan, şahitlik eden demektir. Dinî anlamda, Allah rızası için, O'nun yolunda canını fedâ eden müslümana verilen isimdir. Ona bu ismin verilmesinin sebebi, cennetlik olduğuna şahitlik edilmiş olması veya onun Yüce Allah'ın huzurunda yaşıyor bulunması yahut ölümü sırasında meleklerin hazır bulunması yahut ta ruhunun doğrudan doğruya Daru's-Selâm'da (Cennet'te) bulunması veya Allah tarafından çeşitli mükâfatlarla mükâfatlandırılmış olmasıdır. (Ş.İ.A)
Şehidlere Kur’an dan bir bakış yapalım. 
"Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız." (Bakara, 154)
"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar." (Al-i İmran, 169)
Sadece bu iki ayette değil Kur’an da 30dan fazla yerde şehid veya çoğulu şüheda kelimeleri geçmekte ve önemi vurgulanmaktadır. 
Şehidin fiili olarak bilinen ve halk arasında "şerbet" olarak adlandırılan şehadet ise hem tanıklık hem de kesin haber manalarına gelmektedir. Ama burada Allah’ın rızasına erdiren salih amellerin zirvesi desek hata etmiş olmayız herhalde. 
Buraya kadar bu özel kavramların önemini ve anlamını işlemeye çalıştık. Şimdi ise bu kavramların nasıl içinin boşaltılmaya ve anlamsızlaştırılmaya çalışıldığından bahsetmeye çalışalım.
Cihad, yukarıda manası verildiği üzere Müslümanların sürekli gündeminde olduğu zaman hem kafirlerin hem de onların işbirlikçilerinin hoşuna gitmeyecektir. Temel kavramların ortadan kaldırılması kolay olmayacağından içlerin boşaltılması hele bunların Müslümanlar eliyle yapılması gerekmekteydi. Elbette cihad sadece kıtal değildir ama kıtalin gerektiği yerde (yurtları işgal edilmiş, canice kıyım yapılmış) Müslümanlara destek olmak şöyle dursun caniler kınanamaz oldu. Hatta mücahidler suçlanır oldu.
İslam’ın barış dini olduğu anlatılırken rahmet merhamet sevgi ve şefkat gibi kavramlar ne hikmetse sadece gavurcuklar için kullanılır oldu. Sapan taşlı çocuklar, karşısında seksek oynayanlara taşlar atıyormuş gibi. Ya da Mücahidler imanları İslamları vatanları namusları için değil de kafa kesme sevdalıları gibi gösterildi. Maalesef ki biz de bu oyunlara gelir olduk. 
Öncelikle bizler kendi kavramlarımıza kendimiz yabancılaştık. 
Kendi ana kaynaklarımızı okumak ve anlamaktan uzaklaştık. Tabii burada tarihi süreçlerden ve Müslümanlara reva görülen zulümlerden de bahsedilmelidir. 
İslami cihadı terörizm, mücahidleri de terörist olarak niteleyen batılıların oyuncağı olmuş Müslümanlar da var günümüzde maalesef. Biz İslam düşmanlarından gelen bu saldırılara alışığız ama ılımlı İslam politikalarının piyonu olmuş insanlarımız da kavramlarımızın içinin boşaltılmasında önemli rol oynamaktalar. Neredeyse dillerinden cihad, mücahid, şehid ve şehadet kavramları gibi önemli kavramlarımızı duyamaz olduk. Eserlerinde bu kavramları işlemeyen, işleyemeyen yazarlar üredi içimizde. 
Yaman çelişkilerde gördük. 
Cihadı ve mücahidi kabul etmeyenler ya da dillerinden duyamadığımız kesimler şehidler ürettiler.
Basın şehidi dediler. Bırakın İslam adına çalışmayı, İslam’a kin kusan, Müslümanları farklı yaftalamalarla eleştiren haber yapan kalem, mikrofon ve kamera zalimleri.
Demokrasi şehidi dediler. İçerisinde İslami kutsalı olmayan bizzat kendisi batıl olan ideolojilere halkın sempati ve desteğini almak amaçlı şehid ve şehadet kavramlarını kullandılar hem de alkışlarla törenlediler. 
Sanat şehidi dediler. Daha yaptıklarının ne olduğu belli olmayan insanlar sanat adıyla Müslümanları hedef alarak çalıştılar. Alkol ve uyuşturucu kullanımını reklam haline getirip, giyim kuşam, yeme içme vb yozlaşmaları sergilediler. Suçlarının, günahlarının farkına varmadıkları gibi diriyken sahip olmadıkları kavramlarımıza sahip çıkmaya çalıştılar.  
Cihadı, Mücahidi anlamadan, kabul etmeden şehadetten ve şehidlikten konuşmak anlamsızdır. Yukarıda verilen sapmalara ve kavramların içini boşaltma çalışmalarına örnekler çoğaltılabilir ama maksadın hasıl olduğu ümidiyle örnekleri yeterli buluyorum. 
Biz bu yazımızda içi boşaltılan ya da anlamsızlaştırılan kavramları yazmaya çalıştık. Tabii şu hakikattir ki bir makaleye sığmayacak kadar önemli bir konu bu.    
Bu kavramlar tamamen de yaşanmıyor değil. Allaha hamd olsun ki Suriye'de Mısır'da Irak'da Türkiye'de ve dünyanın dört bir yanında sayıları az da olsa cihadı anlamış Mücahidler, şehadet sevdalısı Muvahhid Müslümanlar var. Var olmaya da devam edecektir Allah’ın izniyle. 
"De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir." (En’am, 162)
Hayatımız CİHAD,
Sıfatımız MÜCAHİD,
Amacımız ŞEHADET,
Andımız ŞEHİD olsun. Adımız ŞEHİD kalsın. 
Selam ve Dua ile…

*******************************
Ümmetin Damarlarına Enjekte Edilen
Taze Kan; Şehitler




Hidayet ettiği kullarına şehadet nimetini nasip eden Allah'a hamd olsun. O ki, kendisine teslim olan kullarının, sırf kendisinin rızasını kazanma gayesiyle canlarını vermelerinden hoşnut olandır:

"İşte biz günleri aranızda böyle döndürür dururuz, ta ki Allah iman edenleri açığa çıkarsın ve aranızdan şehitler edinsin." (3/Âl-i İmran, 140)

O'nun Rasûlü Muhammed'e sallallahu aleyhi ve sellem salât ve selam olsun. O ki:

"Nefsimi elinde bulundurana yemin olsun ki; Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi sonra tekrar savaşıp öldürülmeyi sonra tekrar savaşıp yine öldürülmeyi isterdim."(Buhari, Cihad) buyurmuştur.

Onun ashabına da selam olsun; şehitlerin efendisi Hamza'ya, cennet gençlerinin efendileri Hasan ve Hüseyin'e, meleklerin kendisini yıkadığı şehit Hanzala'ya, şehadeti sebebiyle arşı titreten Sa'd bin Muaz'a, Bedir'in ve Uhud'un şehitlerine radıyallahu anhum ecmain.

Ve yine selam, 'garip' bir hayatı seçerek zillete boyun eğmeyip, izzeti El-Aziz olanın yanında bulan İslam'ın 'garip' şehitleri üzerine olsun.

Şehadeti anlatırken kelimelerimizin kifayetsiz kaldığı yazımızda, onun faziletine dair naslar zikretmiştik. Bunları maddeler hâlinde bir kez daha hatırlayalım:

Şehitler diridir ve Rabbleri katında rızıklanmaktadırlar.

Cennete girdikten sonra gördüğü nimetlerden dolayı geri dönmek isteyen bir tek şehitlerdir.

Şehadet, borç dışında bütün günahlara kefarettir.

Şehide şefaat etme yetkisi verilmiştir.

Şehitler Fatiha suresinde geçen "Kendilerine nimet verilenler" dendir.

Şehitler, kabir sorgusundan muaf tutulmuşlardır.

Bunları zikrettikten sonra şehadet ile ilgili birtakım hatırlatmalarda bulunmak faydalı olacaktır:

1. Şehadeti arzu etmek, cihad prensiplerinin en önemlilerinden olan korku salma siyasetinin bir parçasıdır. Eğer iki ordudan bir tanesi ölümü arzulayarak savaşıyorsa, imkânları kısıtlı dahi olsa karşı tarafı ciddi anlamda korkutacaktır. Ölmek için savaşan bir ordu, yaşamak için savaşan bir ordudan her zaman ve her koşulda üstündür.

Kâfirlerin en büyük özelliği, yaşamayı sevmeleridir. Bütün mücadeleleri, çalışmaları, döktükleri ter, akıttıkları kan sadece daha uzun ve daha konforlu yaşamak içindir. Seven kişi ise sevdiğinin elinden gitmesinden korkar. Bu sebeple kâfirlerin en büyük korkusu ölümdür. Kimisi de Yahudiler gibi ahirette karşılaşacağı akıbetten korktuğu için ölümden korkar. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

"De ki: 'Ahiret yurdu insanların dışında sadece size has ise eğer doğru sözlü iseniz o zaman ölümü temenni edin. Onlar kendi elleriyle önceden yaptıkları işler sebebiyle hiçbir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zalimleri iyi bilir. Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı insanların en düşkünü olarak bulursun. Müşriklerden her biri de ister ki bin sene yaşasın. Oysa yaşatılması hiç kimseyi azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yaptıklarını eksiksiz görür." (2/Bakara, 94-95)

2. Şehitlik arzusunu kişinin kalbine yerleştirecek en büyük etken, kişinin Allah'ı ve O'nun yanındakileri tanımasıdır. Allah subhanehu ve teâlâ, sahabeyi böyle terbiye ettiği için onlar daha dünyada iken cennetin kokusunu almaya başlamışlardı. Bir kul, Allah'ın yanındakilerden haberdar ise şehadet arzusu da kalbinde kök salacaktır.

3. Şehadet bu kadar yüce bir mertebe olmasına rağmen, cihad hiçbir zaman mücadelenin birincil hedefi olmamalıdır. Yani Allah yolunda mücadele eden, cihad eden taifenin amaçlarının şehitlik olmaması gerekir. Asıl amaç göz ardı edilip o ibadetin barındırdığı farklı amaçlar göz önüne alındığında, ibadetin ifa edilme şeklinde olumsuz değişiklikler gerçekleşebilir. Şöyle ki;

Namaz bir ibadettir. Ama 'Niçin namaz kılıyoruz?' sorusunun birçok cevabı vardır. Doğru olan, 'Allah emrettiği için, kulluğumuzun gereği olarak namaz kılıyoruz' yanıtıdır. Ama bunun yanında başka amaçlar da ekleyebiliriz. 'Biz namazı Allah'tan gafil kalmamak, sürekli O'nu hatırlamak için kılıyoruz', 'Biz namazı hayatımızda bir düzen tesis etmek ve sorumluluk bilincine erişmek için kılıyoruz' gibi. Fakat bunlar ikincil, üçüncül amaçlardır ve asıl amaç olarak tayin edildiğinde ibadeti tahrif edebilirler. 'Namaz, Allah emrettiği için kılınır' dediğimizde bunun alternatifi olacak başka bir eylemin olmadığını görürüz. Ancak 'Namaz Allah'ı hatırlamak için kılınır' dediğimizde Allah'ı bize hatırlatabilecek, namaz dışında birçok alternatif mevcuttur. Aynı durum hayata düzen getirmek gayesi ile kılınan namaz için de geçerlidir. Namaz dışında hayatımızda düzeni tesis edebileceğimiz birçok eylem mevcuttur.

Cihad için, mücadele için de aynı durum söz konusudur. Cihad da asıl amaçla beraber birçok amacı kendi içerisinde barındırmaktadır. Cihadın asıl amacı yeryüzünden şirki söküp çıkarmak, tevhidi ikame etmektir. Diğer amaçlar; zafer, şehadet, ganimet, izzetli bir hayat olabilir. Ancak bu amaçların tercih edilmesiyle girişilecek bir mücadele, mücadelenin boyutlarını ciddi anlamda değişikliğe uğratacaktır. Ama asıl amaç vâki olduğu müddetçe mücadele, ilk günkü hâliyle yoluna devam edecektir.

Asıl amaç olarak şehadet görüldüğü takdirde ortaya çıkabilecek sıkıntılar şunlardır:

a. Gayesi şehadet olan kişi, her bayrağın altında savaşır. Çünkü bayrağın ne bayrağı olduğu, amacın ve menhecin ne olduğu, içinde bulunduğu taifenin akidesinin ne olduğu; sadece şehadeti amaçlayan kimseyi pek de ilgilendirmez. Sonuç ise amelin fesada uğraması ve amaçlanan şehadetin elde edilememesidir.

b. Cihad, insanları öldürmek için veya Müslümanların kanlarını akıtmak için meşru kılınmış bir eylem değildir. Şehadeti asıl gaye hâline getiren biri, olmadık yerde taşkınlığının bir sonucu olarak Müslümanların kanlarını dökebilir. Şehadet asıl gaye olmuş olsaydı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem daha Mekke'de iken sahabenin düşmana saldırmasına müsaade ederdi, sahabe de şehadete ulaşmış olurdu. Ancak amaç şehadet değildi. Şehadeti, cihadı için asıl amaç olarak gören biri ise yapacağı ameliyenin maslahat ve mefsedet boyutunu düşünmez. Bunun muhasebesini yapmaz.

Şunu da belirtmek gerekir ki; bugün Müslümanları şehadete teşvik eden, şehadeti asıl amaç hâline getirmelerine sebep olan etken görsel/işitsel cihadi neşriyattır. Söz konusu bu görsel medyanın videoları, insanları Allah yolunda can verme konusunda teşvik ediyor. Ancak gerçek hayatta görünen ile videoda izlenilen farklı olduğunda amel ifsat olabilmekte, zikrettiğimiz sıkıntılar ortaya çıkabilmektedir.

Rabbimiz bizlere hakkı hak olarak göster ve bizi ona tabi olmakla rızıklandır ve yine bize batılı batıl olarak göster ve bizi ondan uzak durmakla rızıklandır. Allahumme âmin.

Dualarımızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd etmektir.

*************************


CİHAD AYETLERİ


Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
(2-BAKARA/218)

Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
(3-AL-İ İMRAN/142)

Mü'minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) va'detmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır.
(4-NİSA/95)

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.
(5-MAİDE/35)

Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisine sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.
(5-MAİDE/54)

Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiç bir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak, sizlerle onlar arasında anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı görendir.
(8-ENFAL/72)

İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek mü'min olanlar bunlardır. Onlar için bir bağışlanma ve üstün bir rızık vardır.
(8-ENFAL/74)

Bundan sonra iman edip hicret edenler ve sizinle birlikte cihad edenler, işte onlar sizdendir. Akrabalar (mirasta) Allah'ın Kitabına göre, birbirlerine (mirasta) önceliklidir. Doğrusu Allah her şeyi bilendir.
(8-ENFAL/75)

Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allah'tan ve Resûlü'nden ve mü'minlerden başka sır-dostu edinmeyenleri Allah 'bilip (ortaya) çıkarmadan' bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
(9-TEVBE/16)

Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız? (Bunlar) Allah katında bir olmazlar. Allah zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.
(9-TEVBE/19)

İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.
(9-TEVBE/20)

De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.
(9-TEVBE/24)
Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.
(9-TEVBE/41)

Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten (kaçınmak için) senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini bilendir.
(9-TEVBE/44)

Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara karşı sert ve caydırıcı davran. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yataktır o!..
(9-TEVBE/73)

Allah'ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir." Bir kavrayıp-anlasalardı.
(9-TEVBE/81)

"Allah'a iman edin, O'nun elçisi ile cihada çıkın" diye bir sûre indirildiği zaman onlardan servet sahibi olanlar, senden izin isteyip: "Bizi bırakıver, oturanlarla birlikte olalım" dediler.
(9-TEVBE/86)

Ama Resul ve onunla birlikte olan mü'minler, mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler; işte bütün hayırlar onlarındır ve kurtuluşa erenler onlardır.
(9-TEVBE/88)

Sonra gerçekten Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret edenlerin, ardından cihad edip sabredenlerin (destekçisidir). Şüphesiz senin Rabbin, bundan sonra da gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir.
(16-NAHL/110)

Allah adına gerektiği gibi cihad edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi "müslümanlar" olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı.
(22-HAC/78)

Öyleyse kafirlere itaat etme ve onlara (Kur'an'la) büyük bir cihad ver.
(25-FURKAN/52)

Kim cihad ederse, yalnızca kendi nefsi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, alemlerden müstağnidir.
(29-ANKEBUT/6)

Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı gösteririz. Gerçeten Allah, ihsan edenlerle beraberdir.
(29-ANKEBUT/69)

Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü'ne iman ettiler, sonra hiç bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.
(49-HUCURAT/15)

Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur.
(60-MÜMTEHİNE/1)
Allah'a ve O'nun Resulü'ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.
(61-SAFF/11)

Ey Peygamber, kafirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı 'sert ve caydırıcı' davran. Onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir dönüş yeridir o.
(66-TAHRİM/9)

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.
(2-BAKARA/177)

Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.
(2-BAKARA/190)

Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir.
(2-BAKARA/191)

Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir.
(2-BAKARA/192)

(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.
(2-BAKARA/193)

Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.
(2-BAKARA/216)

Sana haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: "Onda savaşmak büyük (bir günahtır). Ancak Allah katında, Allah'ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram'a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük (bir günahtır). Fitne, katilden beterdir. Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler; sizden kim dininden geri döner ve kafir olarak ölürse, artık onların bütün işledikleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateşin halkıdır, onda süresiz kalacaklardır.
(2-BAKARA/217)

Allah yolunda savaşın ve bilin ki, şüphesiz Allah işitendir, bilendir.
(2-BAKARA/244)

Musa'dan sonra İsrailoğullarının önde gelenlerini görmedin mi? Hani, peygamberlerinden birine: "Bize bir melik gönder de Allah yolunda savaşalım" demişlerdi, O: "Ya üzerinize savaş yazıldığı halde savaşmayacak olursanız?" demişti. "Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan çıkarıldık ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık.)" demişlerdi. Ama onlara savaş yazıldığı (öngörüldüğü) zaman, az bir kısmı hariç yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.
(2-BAKARA/246)

Onlar, Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: "Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et."
(2-BAKARA/250)

Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a ve Resulüne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz.
(2-BAKARA/279)

Onlar size ezadan başka kesinlikle bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşırlarsa size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.
(3-AL-İ İMRAN/111)

Hani sen, mü'minleri savaşmak için elverişli yerlere yerleştirmek için evinden erkenden ayrılmıştın. Allah işitendir, bilendir.
(3-AL-İ İMRAN/121)

Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.
(3-AL-İ İMRAN/146)

Ey iman edenler, inkâr edenler ile yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: "Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı görendir.
(3-AL-İ İMRAN/156)

Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda savaşın ya da savunma yapın" denildiğinde, "Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir.
(3-AL-İ İMRAN/167)

Ey iman edenler, (düşmanlarınıza karşı) tedbirinizi alın da savaşa bölük bölük çıkın ya da topluca çıkın.
(4-NİSA/71)

Öyleyse, dünya hayatına karşılık ahireti satın alanlar, Allah yolunda savaşsınlar; kim Allah yolunda savaşırken, öldürülür ya da galip gelirse ona büyük bir ecir vereceğiz.
(4-NİSA/74)

Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?
(4-NİSA/75)

İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.
(4-NİSA/76)

Kendilerine; "Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekatı verin" denenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah'tan korkar gibi- hatta daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: "Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?" dediler. De ki: "Dünyanın metaı azdır, ahiret, ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz 'bir hurma çekirdeğindeki ip-ince bir iplik kadar' bile haksızlığa uğratılmayacaksİnız."
(4-NİSA/77)

Artık sen Allah yolunda savaş, kendinden başkasıyla yükümlü tutulmayacaksın. Mü'minleri hazırlayıp-teşvik et. Umulur ki Allah, küfredenlerin ağır-baskılarını geri püskürtür. Allah, 'kahredici baskısıyla' daha zorlu, acı sonuçlandırmasıyla da daha zorludur.
(4-NİSA/84)





Ancak sizinle aralarında andlaşma bulunan bir kavime sığınanlar ya da hem sizinle, hem kendi kavimleriyle savaşmak (istemeyip bun)dan göğüslerini sıkıntı basıp size gelenler (dokunulmazdır.) Allah dileseydi, onları üstünüze saldırtır, böylece sizinle çarpışırlardı. Eğer sizden uzak durur (geri çekilir), sizinle savaşmaz ve barış (şartların)ı size bırakırlarsa, artık Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır.
(4-NİSA/90)

Ey iman edenler, Allah yolunda adım attığınız (savaşa çıktığınız) zaman gerekli araştırmayı yapın ve size (İslam geleneğine göre) selam verene, dünya hayatının geçiciliğine istekli çıkarak: "Sen mü'min değilsin" demeyin. Asıl çok ganimet, Allah katındadır, bundan önce siz de böyle idiniz; Allah size lütufta bulundu. Öyleyse iyice açıklık kazandırın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.
(4-NİSA/94)

Yeryüzünde adım attığınızda (yolculuğa ya da savaşa çıktığınızda), kafirlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kafirler, sizin apaçık düşmanlarınızdır.
(4-NİSA/101)

Dediler ki: "Ey Musa biz, onlar durduğu sürece hiç bir zaman oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin git, ikiniz savaşın. Biz burda duracağız."
(5-MAİDE/24)

Allah'a ve Resûlü'ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyadaki aşağılanmalarıdır, ahirette onlar için büyük bir azab vardır.
(5-MAİDE/33)

Yahudiler: "Allah'ın eli sıkıdır" dediler. Onların elleri bağlandı ve söylediklerinden dolayı lanetlendiler. Hayır; O'nun iki eli açıktır, nasıl dilerse infak eder. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun taşkınlıklarını ve inkârlarını arttıracaktır. Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin salıverdik. Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez.
(5-MAİDE/64)

Sana savaş-ganimetlerini sorarlar. De ki: "Ganimetler Allah'ın ve Resûlündür. Buna göre, eğer mü'min iseniz Allah'tan korkup-sakının, aranızı düzeltin ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin."
(8-ENFAL/1)

Rabbin seni evinden hak uğrunda (savaşa) çıkardığında mü'minlerden bir grup isteksizdi.
(8-ENFAL/5)

Ey iman edenler, toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arka çevirmeyin (savaştan kaçmayın).
(8-ENFAL/15)

Kim onlara böyle bir günde -yine savaşmak için bir yana çekilen ya da bir başka bölüğe katılmak için yer tutanın dışında- arkasını çevirirse, gerçekten o, Allah'tan bir gazaba uğramıştır ve onun barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o.
(8-ENFAL/16)

Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir.
(8-ENFAL/39)

Bundan dolayı, savaşta onları yakalarsan, öyle darmadağın et ki, onlarla arkalarından gelecek olanlar(ı caydır). Umulur ki ibret alırlar.
(8-ENFAL/57)
Ey Peygamber, mü'minleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur.
(8-ENFAL/65)

Yeminlerini bozan, elçiyi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır.
(9-TEVBE/13)

Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resûlü'nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam'ı) din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın.
(9-TEVBE/29)

Gerçek şu ki, Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru olan hesab (din) budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin ve onların sizlerle topluca savaşması gibi siz de müşriklerle topluca savaşın. Ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.
(9-TEVBE/36)

Ey iman edenler, ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman, yer(iniz)de ağırlaşıp kaldınız? Ahiretten (cayıp) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahirettekine (göre), bu dünya hayatının yararı pek azdır.
(9-TEVBE/38)

Eğer savaşa kuşanıp-çıkmazsanız, O sizi pek acı bir azabla azablandıracak ve yerinize bir başka topluluğu getirip değiştirecektir. Siz O'na hiç bir şeyle zarar veremezsiniz. Allah, her şeye güç yetirendir.
(9-TEVBE/39)

Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.
(9-TEVBE/41)

Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. "Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık." diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helaka sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor.
(9-TEVBE/42)

Eğer (savaşa) çıkmak isteselerdi, herhalde ona bir hazırlık yaparlardı. Ancak Allah, (savaşa) gönderilmelerini çirkin gördü de ayaklarını doladı ve; "(Onlara) Siz de oturanlarla birlikte oturun" denildi.
(9-TEVBE/46)

Allah'ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir." Bir kavrayıp-anlasalardı.
(9-TEVBE/81)

Bundan böyle, Allah seni onlardan bir topluluğun yanına döndürür de, (yine savaşa) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: "Kesin olarak benimle hiç bir zaman (savaşa) çıkamazsınız ve kesin olarak benimle bir düşmana karşı savaşamazsınız. Çünkü siz oturmayı ilk defa hoş gördünüz; öyleyse geride kalanlarla birlikte oturun."
(9-TEVBE/83)

(Savaştan) Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler. Onların kalbleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp-anlamazlar.
(9-TEVBE/87)
Bir de (savaşa katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her gelişlerinde "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur.
(9-TEVBE/92)

Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler.
(9-TEVBE/93)

Zarar vermek, inkârı (pekiştirmek), mü'minlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler ve: "Biz iyilikten başka bir şey istemedik" diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahidlik etmektedir.
(9-TEVBE/107)

Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.
(9-TEVBE/111)

(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O'nun dışında (yine) Allah'tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.
(9-TEVBE/118)

Ey iman edenler, inkâr edenlerden size en yakın olanlarla savaşın; sizde 'bir güç ve caydırıcılık' görsünler. Ve bilin ki gerçekten Allah takva sahipleriyle beraberdir.
(9-TEVBE/123)

Allah, sizin için yarattığı şeylerden gölgeler kıldı. Dağlarda da sizin için barınaklar-siperler kıldı, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, sizi savaşınızda (zorluklara karşı) koruyacak giyimlikler de var etti. İşte O, üzerinizdeki nimetini böyle tamamlamaktadır, umulur ki teslim olursunuz.
(16-NAHL/81)

Ve sizin için ona, zorlu-savaşınızda sizi korusun diye, '(madeni) giyim-sanatını' öğrettik. Buna rağmen siz şükredenler misiniz?
(21-ENBİYA/80)

Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (mü'minlere, savaşma) izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye güç yetirendir.
(22-HAC/39)

Yeminlerinin olanca gücüyle Allah'a and içtiler; eğer sen onlara emredersen (savaşa) çıkacaklar diye. De ki: "And içmeyin, bu bilinen (örf üzere) bir itaattır. Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır."
(24-NUR/53)

Dediler ki: "Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız).
(27-NEML/33)

Gerçekten Allah, içinizden alıkoyanları ve kardeşlerine: "Bize gelin" diyenleri bilir. Bunlar, pek azı dışında zorlu-savaşlara gelmezler.
(33-AHZAB/18)

Onlar (münafıklar, düşman) birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı. Eğer (askeri) birlikler gelecek olsa, çölde bedevi-Araplar arasında olup sizin haberlerinizi (ordan) sormayı cidden arzu ediyorlardı. Fakat içinizde olsalardı ancak pek az savaşırlardı.
(33-AHZAB/20)

Allah, inkâr edenleri kin ve öfkeleriyle geri çevirdi, onlar hiç bir hayra varamadılar. Savaşta Allah (yardımcı ve zafer nasib edici olarak) mü'minlere yetti. Allah çok güçlüdür, üstün ve galib olandır.
(33-AHZAB/25)

Ey Peygamber, gerçekten biz sana ücretlerini (mehirlerini) verdiğin eşlerini ve Allah'ın sana ganimet olarak verdikleri (savaş esirleri)nden sağ elinin malik olduğu (cariyeler) ile seninle birlikte hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını ve teyzenin kızlarını helal kıldık; bir de, kendisini peygambere hibe eden ve peygamberin kendisini almak istediği mü'min bir kadını da, -mü'minler için olmaksızın yalnızca sana has olmak üzere- (senin için helal kıldık). Biz, kendi eşleri ve sağ ellerinin malik olduğu (cariyeleri) konusunda onlar (mü'minler) üzerine neyi farz kıldığımızı bildik (size bildirdik). Böylelikle senin için hiç bir güçlük olmasın. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
(33-AHZAB/50)

Öyleyse, inkâr edenlerle (savaş sırasında) karşı karşıya geldiğiniz zaman, hemen boyunlarını vurun; sonunda onları 'iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da' artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak (onları bırakın) veya bir fidye (karşılığı salıverin). Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin). İşte böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı. Ancak (savaş,) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin ise; kesin olarak (Allah,) amellerini giderip-boşa çıkarmaz.
(47-MUHAMMED/4)

İman edenler, derler ki: "(Savaş izni için) Bir sûre indirilmeli değil miydi?" Fakat, içinde savaş (kıtal) zikri geçen muhkem bir sure indirildiği zaman, kalplerinde hastalık olanların, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş olanların bakışı gibi sana baktıklarını gördün. Oysa onlara evla (olan):
(47-MUHAMMED/20)

(Savaştan) Geride bırakılanlar, siz ganimetleri almaya gittiğiniz zaman diyeceklerdir ki: "Bizi bırakın da sizi izleyelim." Onlar, Allah'ın kelamını değiştirmek istiyorlar. De ki: "siz, kesin olarak bizim izimizden gelemezsiniz. Allah, daha evvel böyle buyurdu." Bunun üzerine: "Hayır, bizi kıskanıyorsunuz" diyecekler. Hayır, onlar pek az anlayan kimselerdir.
(48-FETİH/15)

Bedevilerden geride bırakılanlara de ki: "Siz yakında zorlu savaşçı olan bir kavme çağrılacaksınız; onlarla (ya) savaşırsınız ya da (onlar) müslüman olurlar. Bu durumda eğer itaat ederseniz, Allah, size güzel bir ecir verir; eğer bundan önce sırt çevirdiğiniz gibi (yine) sırt çevirirseniz, sizi acı bir azab ile azablandırır."
(48-FETİH/16)

Kafir olanlar, sizinle savaşmış olsalardı, arkalarını dönüp kaçarlardı; sonra, ne bir veli (koruyucu dost), ne bir yardımcı bulamazlardı.
(48-FETİH/22)

Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.
(49-HUCURAT/9)

Size ne oluyor ki, Allah yolunda infak etmiyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. İçinizden, fetihten önce infak eden ve savaşanlar (başkasıyla) bir olmaz. İşte onlar, derece olarak sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Allah, her birine en güzel olanı va'detmiştir. Allah, yaptıklarınızdan hâberdardır.
(57-HADİD/10)
Münafıklık edenleri görmüyor musun ki, Kitap Ehlinden inkâr eden kardeşlerine derler ki: "Andolsun, eğer siz (yurtlarınızdan) çıkarılacak olursanız, mutlaka biz de sizinle birlikte çıkarız ve size karşı olan hiç kimseye, hiç bir zaman itaat etmeyiz. "Eğer size karşı savaşılırsa elbette size yardım ederiz." Oysa Allah, şahidlik etmektedir ki onlar, gerçekten yalancıdırlar.
(59-HAŞR/11)

Andolsun, (yurtlarından) çıkarılacak olurlarsa onlarla birlikte çıkmazlar. Onlara karşı savaşılırsa da, kendilerine yardımda bulunmazlar; yardım etseler bile (arkalarına) dönüp-kaçarlar. Sonra kendilerine yardım edilmez.
(59-HAŞR/12)

Onlar, iyice korunmuş şehirlerde veya duvar arkasında olmaksızın sizinle toplu bir halde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir.
(59-HAŞR/14)

Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.
(60-MÜMTEHİNE/8)

Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık onlar zalimlerin ta kendileridir.
(60-MÜMTEHİNE/9)

Ve eğer eşlerinizden (kafirlere kaçmalarından dolayı) herhangi bir şey kafirlere geçer, böylece siz de (savaşta onları yenip) ganimete kavuşursanız, eşleri (kaçıp) gidenlere (mehir olarak) harcama yaptıklarının bir mislini verin. Kendisine iman ettiğiniz Allah'tan sakının.
(60-MÜMTEHİNE/11)

Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
(13-RA'D/4)

İman edenler, derler ki: "(Savaş izni için) Bir sûre indirilmeli değil miydi?" Fakat, içinde savaş (kıtal) zikri geçen muhkem bir sure indirildiği zaman, kalplerinde hastalık olanların, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş olanların bakışı gibi sana baktıklarını gördün. Oysa onlara evla (olan):
(47-MUHAMMED/20)






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder