19 Şubat 2015 Perşembe

İttihatcıların Osmanlıyı Yıkma ve Namussuzlaştırma Pıroje , Planları




1908 de darbeyle Abdülhamit Han ı tahttan indiren İTTİHAT VE TERRAKİ adlı masonik parti il iş olarak 1911 de Fİlistin topraklarının yabancılara ( israil devletini kuracak olan siyonist efendilerine ) satışa izin vermişti .

**2. önemli gayeleri savaşlarda başarı elden MÜslüman OSmanlı ordusunun --savaşlarda KIRDIRILARAK zayıflatılması ( böylece İSrail devletine müdahale edemeeycek kadar zayıflatılması çalışması için harekete geçildi ( 1. dünya savaşa Almanya şakşakçısı olmamız ...

SArıkamış da saçma kararlarla yüzbinlerce askerimizin donmasına sebep olacak kararlar alınması ...)

3. önemli gaye ise elbette OSmanlı ahlakını ve sağlığını çökertecek yapıların ortaya çıkartılmasıydı ...

genelevlerinin 1915 lerde açılması ....

türk kadınlarının vesika ile fahişe olarak çalıştırılmaya başlanmaları..
Sigara ve tütün mamüllerinin özendirilmesi ....
----
Genelevi tarihçesi :

1915 yılında ı. Dünya Savaşı devam ederken ilk genelev açıldı.

-Müslüman Türk kadınlarını genelevlerde fuhuş yapmaya zorladılar.

-Özellikle yabancılardın seks ihtiyaçlarını karşılamak üzere açılan genelevlerin çoğunluğu Beyoğlu ve Karaköy semtlerinde idi.

Osmanlı'nın ekonomik çöküşü beraberinde fakirlik, cahillik ve sosyal sarsıntıları getirdi.Türk kadınlarının çalıştırıldığı ilk gayrıresmi Genelev 1915 yılında açıldı.Fosforlu Cevriye sözleri fahişe Türk Kadınları için kullanıldı.

YASAL STATÜYLE genelevlerinin tanınması ise Cumhuriyet döneminde olmuştur .

1961 yılında bu işe bir yasal özellik kazandırılmıştır ! (darbe +genelev aynen 1908 deki darbe+ genelev bağıntısı burada da mevcut )

TÜRK KADINLARINI "FAHİŞELİĞE" ÖZENDİRDİLER !

Polis karakollarında, mahallelerde, çarşıda pazarda... hele hele lüküs otellerde onları tanımayan olmazdı!... Adet olmuştu:

" Fosforlu Cevriye" olarak şöhret bulmuşlardı...

"Ateşim var külüm yok.Dumanım var gülüm yok"

diye başlayan türküler onlar için söylenmişti...

Kısacası, mahalleden mahalleye kovulan... Mazallah köy yerinde "icrayı faaliyet'te bulunurlarsa "şer-i şerife" göre halkın huzurunda taşlanarak öldürülen... kendilerine türlü türlü isimler verilen... Bir kısmının "sürtük"... genelde "orospu" olarak görüldüğü erbabına malum olanlarca "fosforlu cevriye" idiler...

Fosforlu'lara 1915 yılında serbest çalışma izni verildi. İsteyenlere "vesikası verilerek" umumhanelere gönderildi...

"Ahlak zabıtlarının kurulması, Şişli, Haseki ve Beyoğlu'nda "Zührevi hastalıklar hastahanelerinin açılması da aynı yıla rastlar...

Hele hele Osmanlı Devletinin tamamen parçalanma içine girdiği, 1919- 1922 mütareke ve işgal yıllarında İstanbul'da fuhuş olayları tarihte görülmemiş seviyeye ulaştı. İstanbul Polis mektebi müdürü Mustafa Galip Beyin verdiği resmi bilgilere göre (1) mütareke yılarında "

Fahişe" veya fosforlu cevriye sanatını icra eden ve resmi kayıtlara geçenlerin sayıları 2125'dir.

Vesikalık çalışanlar ise 979'u bulmaktadır.

Aynı mesleği zaman zaman icra edenlerin sayıları 1000'in üzerindedir.

Toparlarsak "Mütareke yılları İstanbul’unda" 4500- 5000 civarında" geçimini “fahuşla kazanan" kadın vardır... "

Ne acıdır ki, Paris Müdürünü kayıtlarında resmen fuhuş yapanların

774'e Müslüman
691'i Rum...

194'ü Ermeni...
124'ü.. Yahudi...
ve 171'i Rus asıllı kadınlardır...

Bunları sayıları fazla olmasa da Yunan, Avusturyalı, Roman ve İtalyanlar izler...

Filozofca bir düşünceye göre

"Bir toplumda namusuz kadınların sayıları dağ gibi kabarmışsa orada onları o yola sevk eden namussuz erkeklerin çoğaldığını kabul etmek gerekir."

2)...Mütareke yılları İstanbul'unda "kadınlara fuhuş yaptırılan" Genelev sayısı 175'i bulmaktadır.

Çoğunluğu, Galata, Beyoğlu gibi Levantenlerin, Frenklerin bulunduğu mahalledir.

Türk ve Müslüman fahişeler, Üsküdar, Kadıköy tarafındaki "genel ev, perişan ve otellerde "icrayı faaliyet içindedirler....

Genelev sahibi olanların 79'u Rum,
45'i Yahudi, 35'i Ermeni,
12'si Türk,
2 zenci,
1’i Mısır'ı,
1'ide Macardır..

Aynı genelevlerde vesikalı olarak çalışan kadınların milliyeti ise

386'sı Rum,
125'i Musevi,
91'e Ermeni,
64'ü Türk,
64'ü Ruslar ondan Alman, İtalyan, Roman, Bulgar, Fransız, Leh Asıllılar izler (3)...

Fahişelerin ücretleri de bellidir. "vizitesi 15 kuruştan 5 liraya kadar...15 kuruşluklar Beyoğlu, Yüksek kaldırımda bulunanlardır... Lüks tarife vizite yapıp 5lira ve daha fazla alırlar ise Şişli'de özel evlerde çalışır...

İşgal yılları İstanbul'u... Bir yanda 331, 332, 333 yılları vurguları ile zengin olanlar...

diğer yandan açlık, kıtlık sefalet içinde yaşayanlar... Fahişeliğin alemi bir sanat haline gelmesini hepsinden de acısı Türk ve Müslüman kadınların "fosforlu cevriye" adı altında bu yola özendirilmesinin acı gerçekleri yaşandı.

Kaynaklar:
1- Mustafa Galip, "Fahişeler Hayatı ve Reddiatı Ahlakiye, "1338,
2- Felsefesi eğitimci Hamdi Aksoy'un görüşleri.
3- C.R. Johnson, "constantinople today... New York, 1922.




Şeytanoğlu nun aileyi kadın üzerinden vurma planını .




1990 larda çıplak hamile pozları dergi kapağı yapılmaya başlanmasından evvel
1968 saldırısı önemlidir...

o tarihte feminizm
bireysel özgürlük
kadın hakları
cinsel haklar
evlenmeme hakkı
gibi birçok zırvayı şeytanoğlu aynı anda piyasaya sürecek uygun atmosfer ortamını bulmuştu...

peki
neden 1968 yılı beklendi ?

bunu neden 1910 te yapamadı
veya
1940 larda yapamadı
elbette savaşlar sebebiyle
önce bir haritaları çizip ulus devlet mantığının oturması gerekiyordu...

peki bunu neden 1850 de yapamadı
çünkü halen krallık
ve padişahlıklar ile
dinsel etkiler ve toplumsal ahlak edeb anlayışı toplumda gelişkindi...

bu ahlakın mantıksal altyapıların çökertilebilmesi için
300 yıl felsefe
adıyla
beyin yıkama yapılmalıydı
100 yıl kabaca 4 nesil demektir...
10-15 nesil boyunca ademoğlu fikriyatı manipülasyona uğratıldı
algıları değiştirildi...

özgürlük-kardeşlik-eşitlik
Liberté, égalité, fraternité
şarkıları söyledi fransız devrimini yapan masonlar...

bunu söylerken cezayirlinin kanını içti
kardeşlik içindi
faslı genç kızların ırzına tecavüz etti
eşitlik içindi
Haitiliyi köle yaptı
özgürlük içindi...

evet deccal ve maşaları mason-yahudaoğlu
siyonist itlerin ağzından bal
elinden kan damlar...

neticede 68 de kadına özgürlük diye
toplu ırza geçme ritüellerini geçrekleştirerek aile kurumunu yıprattı...

kadına cinsel obje olma özgürlüğü verilmişti
hayat kadını olma hakkı tanınmıştı
dilediğiyle yatabilme özgürlüğü diye
komünlerde sarhoş ve uyuşturucu müptelalarının çerezi haline getirilmiş

streeptiz barlarında konu mankeni
içki tükettirme görevlisi mamalar
reklamlarla arızalı ürün sattırma fahişeliği
gibi özgürlükler verilmişti kadına...

son vuruş
HAMİLE KADIN üzerindne yürümeliydi...

kardeşlerim kadın bedeni nurdur
açılan kısımlara bakanlar
nur doldurmazlar
kendi pis arzularının karanlık enerjisini transfer ederler baktıklaır yere....

bakıştan
kadın bir enerji alır
aldığı bu enerji
tatminsizliğe
onu tek eşli olarak yaratılma kanunu çiynemesinden ötürü
huzursuzluğa , mustuzluğa taşıyan bir enerjidir bu...

bu defa şeytanoğlu yeniden devreye girer
o olmazsa başkası olsun yavrum
al sana magnum...

der

uçak motoru da taksa artık tatmin mümkün değildir...

kardeşlerim
90 larda hamile kadınlara çıplak pozlar verdirtildi
ve bu bir gelenek haline getirtildi
yıl 91 Demi MOORE hamile pozla
vanity Fair dergisinde kapak oldu...
ve
hamile mayo da giyer
hamile bunu da yapar
hamile şunu da yapar diye

önceleri hamile görünce otobüste yer verilen
kutsal kadın imajını zedelediler

içini boşalttılar
hatta daha da ileriye gidip
bir cinsel ürün haline bile getirdiler...

bir hoca
kadın edebiyle giyinmeli
ve bunu yansıtmalıdır anlamndaki sözlerine şimdi

karşı saldırı yapılıyor
doğurmayacağız

hem hamile kalıp
hem de çıplak gezeceğiz atakları ile
sahte hesaplarla
sanki bu kadının fikriymiş gibi
TEPKİSEL akılla bazılarını oltaya düşürmeye gayret ediyorlar...

çünkü solizmin en sağlam kalesi KADINLARDIR
bak biz gidersek
başını kapatırlar
snei döverler
sen 15 hatun olursun
etek giyemezsin
güneşlenemezsin yalanıyla kadınlarda KORKU PSİKOZUYLA
transandantal bilinç yönlendirmesi yapıyorlar...

osmanlı da
son islam halifesinin çocukları piyano çalardı...
kendisi son derece kültürlü bir insandı...

halife denilince size
islam denilince gösterecekleri resim her zaman manipülatif korku resimleridir....

batıda müslüman imajı için nasıl manipülasyon yapıyorlarsa
aynı kadrolar
türkiye de müslümana da aynı propagandanın yerel motifli halini yapıyor...

projesi olmayan korkudan beslenir...
edebi olmayan
ahlaksızlığı özgürlük sanır

özgürlüğü bilmeyen
tasmasını bağımsızlık sanır....

nefse köleyken özgür olunmaz
arzular için yaşarken özgür olunmaz
tüketim bağımlısı olunur
sigara
alkol bağımlısı
dizi bağımlısı
yeme içme bağımlısı
çikolata bağımlısı
kahve bağımlısı

her şeye bağımlı olunur
nefsin kontrolünü sağlayan gerçek özgürlük değil
deccalin su dediği ateşe koşulduğu için müptela olunur...

arzusunuun peşinde giden köleleşir
oysa ; arzularını yönetmeyi denetlemeyi
kontrol etmeyi bilen özgürleşir...


özgürlüğün
tevbe nimetiyle taçlandığını
arzularının peşinden giderek değil
onların kontrolüyle elde edildiğini kavrayalım inşaallah...


Namusluyu photoshopla namussuzlaştırmak!


Sizin de gözünüze ilişti mi bilmiyorum.. Son günlerde sosyal paylaşım sitelerinde dolaşan bazı fotoğraflar var.. Sayıları epeyce artmaya başladı..
İnsanın görünce küçük dilini yutacağı, "Bu nasıl olabilir" diye hayretler içinde kalabileceği fotoğraflar bunlar.. Hani internet ve photoshop tekniğinden bihaber olanların hemen inanabileceği türden. Biraz aşağıda o fotoğraflardan birkaçını göreceksiniz..

İşte o fotoğraflardan biri..

Bunlardan sosyal paylaşım sitelerinde dönen onlarcası var..

Onur, vicdan, haysiyet, namus ve adamlık kavramlarını hiç bir zaman taşımamış olan bazı türü belirsiz yaratıklar bu ve buna benzer fotoğrafları paylaşıyor, onların bu tuzağına düşen yarım akıllılar bu fotoğrafların altına iliştirdikleri yorumlarda, inanca, türbana, Kutsal Kitaba etmedik küfür bırakmıyor..

Neler söylenmiyor ki..

Tüm çarşaflı/kapalı hanımları kastederek, "O çarşafların altında neler oluyor neler" diyeninden..

"Saçı başı kapalı ama altta iç çamaşırı giyinmiyor" diyenine kadar pek çok ucubeye rastlamanız mümkün..

İşte onlardan bir kaç yorum:

- Türbanlı kızların bazıları öyle giyiniyorki aslında açık kızlardan çok daha fazla seksi oluyor.İnsanın doğasında gizli ve saklı olana karşı merak her zaman olmuştur. Özellikle bazı türbanlı tazelerin yüksek topuklu, açık ve dekolte ayakkabıları müslümanı bile yoldan çıkarır değil dinsizi..

- Ne çıkarsa zaten bu sözde dinci yobazlardan çıkıyor. ..Sofu soğan yemezmiş ama bulunca da kabuğunu bile birakmazmis..Bütün sapıklıklar bu dinciyiz diye geçinen yobazlarda.. Onlar gibi dinli olmaktansa ben dinsiz kalmaya razıyım...

- Örtüyü kamuflaj için kullanıyorlar. Bir açsalar neler dökülecek altından. Saygın olan atatürk kızları mı yoksa bu sıkmabaş namussuzları mı namuslu görsün herkes..

-Sorsan Allah korkusundan başlarını örtmüş! Başı açık kızlara or..pu gözüyle bakanlar bu kapalılara ne diyecekler or..punun ağababası mı :)

- Bu tipler ABD/Fettos/Siyonizmn'in maşasıdırlar..Fettosun uşağı 2. peygamber Teyyibin paspasıdırlar. Amaç Mustafa Kemal'in önderliğinde can verip, kan akıtıp vatan kurtaranlara ihanet ve Türkiye Cumhuriyetini yıkmaktır! Bunlardan nasil sözedilmesini isterdiniz?... Sizce bunlar hangi sıfat ile anılmaya layıklar?

Böyle yüzlerce, binlerce yorum var. Ama fazlasını sanırım benim gibi sizin de mideniz kaldırmaz..

Şimdi o can alıcıcı soruyu soralım..





Bu fotoğraf gerçek mi?




Türban takan bir kız veya kadın bir toplantıya böylesi bir kıyfatle katılabilir mi? Hanif kafatasının içinde beyin diye adlandırdığımız organı taşımasa bile bir insan, bir kadın böyle bir kıyafetle sokağa çıkar veya geniş yelpazeli bir toplantıya katılır mı?

Eğer abajur kafalıysanız, ön yargılarınız varsa ve bir attan daha dar kalıpla hayata bakıyorsanız bu soruya vereceğiniz cevap olur..

Ama değil işte.

O fotoğraf, o fotoğraflar sahte..

Yukarıda yarı çıplak fotoğrafını gördüğünüz o genç kız bilgisayar ortamında photoshop denen alet sayesinde soyunduruluyor ve milyonların önüne hedef olarak atılıyor maalesef..

Ya da aşağıda gördüğünüz gibi, başörtülü bir kadının eline içtiği suyun yerine bira şişesi tutuşturulabiliyor..



Evet kabul ediyorum. Benim de sokakta gördüğüm, türbanlı ama absürd giyimli, tuhaf hareketler sergileyen genç kızlar yok değil..

Hatta zaman zaman kısa etekli, yarı çıplak dolaşan türbansız çarşafsız genç kızlara da rastlıyorum..

Ama bugüne kadar hiç, "Acaba hangisi namuslu, hangisi daha az or...pu" diye düşünmedim.. Böyle bir ayrıma düşmenin karnında 9 ay 10 gün geçirdiğimiz kadınlara da hakaret olacağını varsaydım hep..

Ama düşüneni gördüm.. Hatta düşündürtmeye çalışanı da gördüm..

Bir meslek büyüğüm, "Gazetecilerin 1 günde gördüğünü, yaşadığını normal hayat süren insanlar 1 yılda göremez" derdi.. Benim de hasbelkader 17 yılım geçti bu mesleğin içinde..

Erbakan'ın iktidardan indirilmeye çalışıldığı dönemlerde ben bazı gazete ve gazetecilerin bazı genç kızları nasıl para karşılığında türbanlı, çarşaflı kılığına soktuğunu, bazı kişilerin eline yine para karşılığında nasıl asa verilip şalvarla dolaştırıldığını iyi bilirim..

"Kahrolsun Atatürk, yaşasın şeriat" diyerek nara atan kişilerin, karakolların arka kapılarından nasıl salıverildiğini, türbanlı kızların ertesi gün hangi kıyafetlerle nerelerde bulunduğunu da çok iyi bilirim..

Demem o ki...

Artık o günler geride kaldı..

Şimdi devir namusluyu photoshopla namussuzlaştırma devri



Süleyman ÖZIŞIK



DÜNYA HÂKİMİ SATANİST ELİT



Daha fazla uzatmadan, artık telaffuz edelim bu “yeni dünya”nın ismini: METAFİZİK DÜNYA burası. “Karşı taraf” bakımından, yeni fizik başta olmak üzere “modern bilim”e ağırlığını koymaya başlayan, dünya siyaseti kadar modern teknolojiye de yön vermeye davranan, ancak “bildik” dünyalıların pek farkında olmadığı, zaten onlara da çoğu gösterilmeyen “gizli” bir dünya. “Bizim” açımızdan ise, çoktandır habersiz olduğumuz, olsak da hakkını veremediğimiz, oysa İslâm Âlemi olarak yeniden fışkırışımızın tohumlarının barındığı kendi “öz” dünyamız bu. İBDA Mimarı’nın bizlere ısrarla anlatmaya çalıştığı, ne var ki bizim lâyıkıyla anladığımızı söyleyemeyeceğimiz hakikat:

- «Çağımızda savaşlar metafiziktir!»

İki kutbu var işte bu “gizli dünya”nın: Şeytanî kuvvetler ve rahmanî kuvvetler! Şeytanî tarafını “yeni dünya düzeni” diye pazarlanan sapkınlığı tesis ve icrâ edenler temsil ederken, rahmanî kuvvetlerin liderliğini, evet, “kıstırıldığı” o hücrede Telegram’cılara karşı 13 yıldır verdiği efsanevî savaşla İBDA Mimarı temsil ediyor.

Öylesine bir “benzetme” değil “Şeytanî kuvvetler” tesbiti. Bu sapık-sapkın zümreyi hakikaten Şeytan güdüyor ve ŞAMAN’ların “yardımcı ruhlar”ı gibi, cinler takviye ediyor. Hattâ, kimilerinin “kutsal içki”si rakı gibi, bunlar da -şamanların uyuşturucu ve halüsinojen otlar yahud terkibler yoluyla “başka âlemlerle” irtibatına benzer- tabiî veya sun’î “kutsal uyuşturucu”larını çekip Şeytan ve avânesinin “kat”ına çıkıyor. Zaten şamanların binlerce yıldır Peyote kaktüsündeki “meskalin” uyuşturucusuyla yaptıklarını, bunlar aynı fonksiyonu gören LSD ve benzerlerini icad ederek gerçekleştiriyor. Atatürk’ün “tatlı” fikirleri var dediği “tek dünya devleti terorisyeni” İngiliz istihbaratçı-yazarı H. G. Wells’in (1866-1946) talebesi ve onun gibi “tek dünya devleti” teorisyenlerinden, Cesur Yeni Dünya romanının müellifi İngiliz istihbaratçı-yazarı Aldous Huxley (1894-1963), sırf “meskalin” uyuşturucusuyla kendisine açılan “kutsal” Şeytanî âlemi göklere çıkarmak için Algının Kapıları diye bir kitab yazıyor. Öbür yanda, tek oğluna “Atatürk” ismi koyacak kadar Kemalizm meftunu İngiliz istihbaratçısı ve dahi “modern satanizmin babası” Aleister Crowley adlı sapık, “meskalin” çekerek Şeytan’dan emir üstüne emir alıyor ve Huxley gibi o da bunları bir bir yazıya geçiriyor. “Uyuşturucu”nun bunlar için sadece Şeytan ve avânesine “uçak bileti” fonksiyonu gördüğü sanılmasın, çünkü “uyuşturucu”yu aynı zamanda “ferdî ve kitlevî zihin kontrolü ve yönlendirmesi” projelerinde de temel bir araç olarak kullanıyorlar. Evet, Şeytan, “dostlar”ına her adımda ilhâm ve kimi zaman istidraç gücü veriyor, öbürleri de bunun karşılığında -bazen “Lüsifer” bazen de bir başka ad taktıkları- bu İblis ve avânesine tapıyor! Yegâne “semavî hak din” İslâm’ın dışında olmaları hasebiyle, kendilerine “Şeytan ve avânesi”nin himmet etmesi pek de şaşılacak bir durum değil aslında. Kaldı ki, adamlar manyaksa, onları “aklı başında” göstermek de bize düşmüyor. Türkiyeli manyak Telegram’cıların onlardan daha manyak büyük şeflerinden, başka ne beklenebilir ki?..

“Satanist” derken, kedi-köpek kovalayan garibanlar değil bunlar, ELİT de denen “dünya hâkimleri”... Kanadalı yazar ve “tövbekâr Satanist rahib” Roger Morneau, bu “satanistler”in Tanrı’yı inkâr etmediklerini, ancak bir “melek” addettikleri ve kendilerine “güzeller güzeli bir kılıkta görünen” Şeytan’la Tanrı arasındaki “rekabet”in, bunlarca “iki aday arasındaki, sonunda Şeytan’ın kazanacağı politik bir mücadele” gibi görüldüğünü ifâde ediyor. Dahil olduğu satanist halkanın kendisini “ELİT” (seçkinler!) olarak adlandırdığını, dünyada üst seviye her kesimden binlerce insanın bu “halka”ya dahil olduğunu vurguluyor. [1]

Şayet yarın dünyada “büyük yıkımlar” olursa, bunun sorumlusunun, ellerinde korkunç nükleer silâhlar olan bu “satanistler” olması büyük ihtimâl. Rivayet o ki, Atlantis ve Mu kıtalarını batıranlar da “bunlar”:



- «Amerikalı Edgar Cayce’in

Arkaşik – artık kullanılmayan

kadim dili okumalarına göre

ATLANTİS gibi MU kıtası da

satanik yol-şeytan’a tapanların

ellerindeki nükleer güçleri

yıkıcı amaçlarla kullanmaları

bu yüzden de – yerkabuğunun

dengesinin bozulması ile battı...» [2]



Dünyayı yöneten ELİT’in -diğer vasıfları yanında- “satanist” niteliğine dair daha geniş bilgi edinmek isteyen okuyucularımıza, içinde “zihin kontrolü”ne ayrılmış bir bölüm de bulunan Robin de Ruiter’in 13 Şeytanî Kan Bağı –İlluminati Hanedanlığı- [3] adlı eserini tavsiye ederek biz devam edelim.

Evet, alelâde “dindar” hıristiyan ve yahudileri de kendi “derin dünya devleti” stratejileri çerçevesinde “gazlayan” bu ELİT’in niçin Allah yerine Şeytan’a ve avânesine taptığını araştırmak ilgililerin ve uzmanların işi olsa da, bunu az biraz farketmek –şayet yanılmıyorsak- bizim için bile o derece zor olmasa gerek. Batı kültüründe esaslı bir yeri olan “Deus Otiosus” [4] kavramı, belki bu bakımdan “anahtar” olabilir. Latince “etkisiz, yansız, önemsiz, ilgisiz Tanrı” anlamına gelen bu tâbir, kâinatı yarattıktan sonra artık yaratmaktan ve dünyevî işlere müdahale etmekten elini eteğini çeken, dünya işlerini bundan böyle “daha genç” tanrılara bırakan “emekli Tanrı” anlayışına işaret ediyor. Sahasının bir numarası olan Romen mitoloji uzmanı Mircea Eliade’ye göre, Sümer mitolojisinde yerini Enlil ve Enki’ye bırakan An; Yunan mitolojisinde yerlerini Zeus-Hera ikilisi ve çevresine bırakan Uranus, Gaia, Cronos ve Rhea; Hind mitolojisinde yerini Shiva ve Vishnu’ya bırakan Indra, birkaç “Deus Otiosus” örneği... [5]

Hıristiyan-yahudi kültüründe de “kâinatı altı günde yaratıp İSTİRAHATE ÇEKİLEN” bir Tanrı anlayışı mevcud ki, bizdeki “her ân bir şe’nde-işte” olan ve dilediğini dilediğince yapan FAAL ve DAİMÎ YARATICI Allah inancından tamamen uzak. Newton bile kâinatı, Tanrı tarafından yaratılmış, kurulmuş ve artık kendi işleyişine bırakılmış “mükemmel bir saat”, “mükemmel bir makine” olarak görmüyor muydu zaten?.. [6]

Peki “dünya işlerinden elini eteğini çeken bir Tanrı”nın olduğu yerde, arkaik veya an’anevî toplumlar ne yapmış; artık dinden yüz mü çevirmişlerdir? Elbette hayır; “kendileriyle ilgilenecek” ve dünyevî ihtiyaçlarını temin edecek “yeni” tanrılar edinmişlerdir kendilerine. “Şeytan” tam da bu noktada devreye giriyor işte. Yezidîlikteki “Şeytan” veya “Melek Tavus” inancında bu kafa yapısına ışık tutucu bir nitelik görüyor ve Wikipedia’dan okuyoruz:

- «Yezidîlik inancında Tanrı Azda tarafından yaratılan ve kendisine kâinatı ve insanları yaratma görevi verilen Melek-Tanrı.

Yezidî inancında Melek Tavus, insanları yarattıktan sonra kendi yarattığı insanlar önünde eğilmemiş; ancak bu, Tanrı Azda tarafından farklı yorumlanarak kibirli olduğu sanılmıştır.

Yezidîlik`ten önceki ilahî dinlerde anlatılan, Şeytan’ın, yaratıcının buyruğuna rağmen insan karşısında eğilmeyip saygı göstermemesi, onun aslında ne kadar asil olduğunun, yaratıcı tarafından imtihan edilmiş isbatıdır. İşte bu imtihanı başarı ile verip tüm insanlığın ve dünya işlerinin başına geçme hakkını kazanmıştır.

Ancak burada Şeytan`ın sahib olduğu özellikler diğer dinlerden farklıdır. Yezidîlik`te tanrı, dünyanın sadece yaratıcısıdır ancak sürdürücüsü değildir. İlahî iradenin vücud bulması için Melek Tavus bir nevi aracılık rolü üstlenmiştir. "Melek Tavus" olarak adlandırılır ve bir tavus kuşu ile sembolize edilir. Tanrı, özünde iyilikle dolu olduğundan, tanrıya ibadet ederek onun gönlünü kazanmak gerekmez. İbadetin, içi kötülüklerle dolu olana, Tavus`a yapılması ile kötülüğün en büyük kaynağından korunulur. Bu anlamda, Şeytan olarak adlandırılan manevî güç, Yezidîlik inancında Azda`nın devamlılığı ve fonksiyonel yönüdür. Zıtlıkların kaynağı ve aynı zamanda zıtlıkların ortadan kalktığı isim aslında Melek Tavus`tur. (...)

Yezidîler Melek Tavus`a ibadet ederler. Yezidî inancında kötü bir melek değil, yanlış anlaşılmış ve sonradan affedilmiş iyi bir melektir.»

Hatıra şu gelebilir: Peki Şeytan’a tapanlar nazarında, dünyada yapılan iyi veya kötü işlerin “ahiret”te bir karşılığı var mıdır; şayet varsa, kulları hesaba çekecek mercî kimdir? Bu tarz sorular kendi “semavî” din anlayışımızdan kaynaklanıyor aslında, çünkü Şeytan’a tapanlar nezdinde böyle bir “ahiret” inancı yok, ne varsa DÜNYA’da; cennet ve cehennem de öyle. Yine Wikipedia’daki “Yezidîlik” maddesine müracaat edelim:

- «[Yezidîlikte] Ahiret inancı gibi sonradan hesab verilecek bir yerin varlığı sözkonusu değildir. Yeniden doğuşa, şekil değiştirmeye inanılır. İnsanın inanışına ve yaşayışına göre, DÜNYA, cennete de cehenneme de dönüşebilir. Cehennem, insanın içindeki kontrol edilmesi gereken ateştir. Melek Tavus, bütün bu işlerin kontrol edicisi ve tanrının bu dünyadaki gölgesidir.»

Bugünün “dünya hâkimi” kimi seçkinlerin satanist nitelikleri de, “nefsanî” yönü bakımından bu gözle değerlendirilebilir: “Ahiret”in olmadığı bir DÜNYA’da, iktidar, para, haz, seks, uyuşturucu, şöhret, gurur; artık nefslerini tatmin edecek DÜNYEVÎ ne varsa, onlara bunu sağlayacak yegâne mercîdir sanki Şeytan, nâm-ı diğer Lüsifer! Meselenin kıvrıldığı bu noktada, Ölüm Odası –B-Yedi- okuyucularının hemen hatırlayacağı üzere, “YALNIZCA DÜNYAYI GÖREN TEK GÖZLÜ DECCAL” bahsi çıkıyor önümüze.

“Yalnızca dünyayı gören tek gözlü Deccal”in bize ve birçok kişiye hatırlattığı ise, sonunda “tek dünya devleti” kurmayı amaçlayan malûm “Şeytanî” imparatorluğun sembolü olan “piramidin üzerindeki her şeyi gören tek göz”! Hani şu Amerikan dolarının üstündeki.

Amerika Birleşik Devletleri’nin “kurucu babalar”ından MASON ÜSTADI Benjamin Franklin’in başını çektiği bir heyet tarafından 1776 yılında tasarlanan ama “saklanan” ve ilk kez bir başka MASON ÜSTADI (derecesi 32) Roosevelt tarafından “ifşâ” edilerek 1935 yılında Amerikan dolarına basılan “piramid üstünde göz”ün altındaki o şeritte ne yazar peki: NOVUS ORDO SECLORUM; yâni, Latince –güya- “çağların yeni düzeni”. [7] “Çağlar” diye tercüme veya tevil edilen “SECLORUM” ifâdesine bakılırsa, buna “ALLAHSIZ (SEKÜLER-LÂİK) YENİ DÜNYA DÜZENİ” demek bizce en doğrusu. Bizden önce de böyle diyenler var zaten. “Sadece dünyayı gören” düzen, yâni “dünyevî” düzen, bir deyişle “Şeytanî” veya “Deccalî” düzen!..

Şu hâlde, anti-emperyalist mücadeleyi yalnızca ülkeleri yöneten veya yönlendiren kişilerin “yabancı” olup olmadığına veya bir ülkeye “yabancı asker” girip girmediğine göre değerlendirenlerin, yâni “kültür emperyalizmi” diye bir vakıanın varlığından habersiz olanların dikkat etmesi gereken nokta da budur: Günümüz emperyalizminin “Allahsız-seküler-lâik-dünyevî” dünya görüşünü ve “kültür emperyalizmi”yle yerleştirdiği değerleri yahud hayat tarzını savunarak, SAHİCİ bir “anti-emperyalist mücadele” verilemez. Mirzabeyoğlu’nun “Allahsız yeni dünya düzeni” icrâcı ve kuklaları tarafından hedeflenmesinin asıl sebebini de burada aramak gerekir. O, hem siyasî, askerî ve iktisadî emperyalizme, ancak en başta ve BİRİCİK olarak, “kültür emperyalizmi”ne karşı bayrak açmıştır! Üstelik, bunu başkaları gibi içi boş bir muhalefetle de bırakmamış, aksine “BAŞYÜCELİK DEVLETİ” adıyla ve “YENİ DÜNYA DÜZENİ” takdimiyle billurlaştırarak, Allahsız emperyalizme karşı “İslâmî alternatif”i göz önüne dikmiştir. [8]

“Allahsız” derken, düşmanı olduğumuz emperyalizmin hıristiyan-yahudi karakterini veya KANATLARINI –ki onların Tanrı’sıyla bizim “Allah” inancımız AYNI DEĞİL- ihmal mi ediyoruz? Etmiyoruz, ancak doğmadan ölmeye yüz tutan bir “yeni dünya düzeni” teşkilâtlanması hâlinde karşımızda duran oluşumların “kitablarda yazdığı türden” saf bir semavî inanışının olmadığını, alelâde hıristiyan ve yahudilerin ise özellikle “manipüle edilen” pozisyonunda olduklarını söylemek istiyoruz. Zaten -bilhassa son yüzyıl içinde- dünyaya dayatılan KÜLTÜR EMPERYALİZMİ’ne baktığımızda, bu çerçevedeki bellibaşlı kimi uygulamaların “alelâde” dindar hıristiyan ve yahudilerin elinden çıkmadığını; tam tersine, bu insanların bile asla tasvib etmediği “cinsî devrim”in, kürtaj ve homoseksüelliğin meşrûlaştırılmasının, uyuşturucunun yaygınlaştırılmasının, kendi peygamberleriyle dalga geçebilecek kadar azıtmış bir din hürmetsizliğinin ve dünyevî hedonizmi pompalayan “eğlence endüstrisi”nin arkasında DAİMA o sapkın DÜNYA ELİTİ’nin bulunduğunu apaçık görüyoruz.

Kaldı ki, ELİT’in aşılamaya çalıştığı “inanç”lara baktığımızda da, yine “bildik” bir hıristiyanlık veya yahudilik itikadı görmüyor; aksine, “bizim PANTEON’umuzda - Tanrılar Meclisi’mizde ne ararsan var!” hesabı, mezheb ve meşreb ayırdetmeksizin “İbrahimî dinler”den seçmelerden başlayarak, sayısız mitolojik unsurun, satanizmin, şamanizmin, yahudi veya hıristiyan kabalacılığının, hıristiyan ezoterizminin, masonluğun, budizmin, “gizli ilimler” pratiği hâlinde okültizmin, gnostizmin, elbette kuantum fiziğinin ve diğerlerinin bir “ÇORBA”sı olduğunu görüyoruz bu “yeni din”in yahud “new age” veya “milenyum” dini dediklerinin. Daha doğrusu, oluşturmaya ve yerleştirmeye “çalıştıkları” dinin veya salkım saçak dinlerin. Türkiye’de de meraklısı çok hani! Kısacası, “hıristiyan-yahudi” paradigmasını tüm hâdiselere şâmil kılıcı eski usûl yaklaşımların oldukça “anakronik” kaçabileceği, bu paradigmanın “ilâve unsurlarla” bambaşka bir mahiyet aldığı yepyeni bir “vakıa” karşısındayız bizce bugün. İnsanların “Şeytan’a taptığı” veya “büyücülük yaptığı” için hıristiyan otoritelerince Engizisyon’a maruz bırakıldığı günler, artık tarihin derinliklerinde kaldı.

Başka kavimlerin ilâhlarını şöyle veya böyle kendi PANTEON’larına buyur ederek bunu “kültürel” asimilasyon ve “siyasî” hâkimiyetin “manivela”sı kılan Eski Yunan, Roma ve Hıristiyan Avrupa’nın DİNÎ ve SİYASÎ geleneğini –bu defa daha ŞEYTANÎ bir nitelikle- sürdüren “yeni dünya düzeni” davacılarının “mistisizm”i de, bizim anladığımız mânâda olmayıp, İBDA Mimarı’nın “MATERYALİST MİSTİK” dediği çerçevededir. Buna “AHİRETSİZ MİSTİK” vasfını da ilâve etmek sanırız hata olmaz. Bilvesile, sözkonusu “yeni dünya düzeni” ÇORBA’sının niteliğini nasıl O’ndan öğreniyor veya öğrenmeye çalışıyorsak, “dinler arası diyalog” zokasının mahiyetini de yine O’nun işaretiyle farkediyoruz, farketmeye çalışıyoruz. Hele Esatir ve Mitoloji’deki “Guernica”, “Don Kişot”, “Acube İnsan – Psikolojisi”, “Ruhu Çekilen Dünya”, “İki Büyük Devrim”, “Yeni Dünya Düzeni’nin Ruhu” ve “Persler ve Yunanlılar” başlıklı bölümlerde öyle inceliklerin altını çiziyor ki İBDA Mimarı, Batı kültür ve emperyalizminin dününü ve bugününü anlamaya çalışmak bakımından tekrar ve tekrar okunması gereken hikmetler ihtivâ ediyor bizce.

Bu bahse eklenmesi gereken belki son bir önemli nokta da, “Tanrının Krallığı”nın daha ziyâde AHİRETTE olduğunu empoze eden katolik ve ortodoks hıristiyanlığının alternatifi hâlinde, 16. yüzyılda ortaya çıkan ve tüm dünya hıristiyanları arasında çıkışa geçen protestanlığın tâyin edici rolüdür sanıyoruz. Katolik ve ortodoks bakış açısından daha ötede bir ağırlıkta ve tartışmasız bir nitelikte ESKİ AHİD’İ (MUHARREF TEVRAT’I) TEMEL MEVKİİNE YERLEŞTİREN PROTESTANLIK, hıristiyan-yahudi ittifakını kalıcılaştırması yanında, yahudilikteki “Tanrının Krallığı”nın DÜNYADA olduğu fikrini hıristiyan dünyada kökleştiren, dinen yahudi olanlarla elele bugünkü “dünyevîleşme” ve “yahudileşme”yi hazırlayan, katolik kilisesinin geçmişte Engizisyon’a maruz bıraktığı yahudileri baştacı yapan ve “hıristiyan siyonistler” vakıasını dinî bir meşrûiyetle kitleleştirerek teşkilâtlandıran, böylesi bir “dünyevîleşme” ve “yahudileşme”nin vardığı son nokta olarak da SİYONİST, MATERYALİST, AHİRETSİZ, SATANİST sapkın bir ELİT’in dünya iktidarının yolunu döşeyen bir rol oynamıştır diyebiliriz. Araştırılması gereken başka birçok faktörle beraber, yahudiliğin ve protestanlığın Batıdaki macerasının özellikle incelenmesi, eminiz her bakımdan son derece aydınlatıcı olacaktır. Böyle bir araştırma, "yahudiler bizim tanrımızın akrabaları, kuzenleri ve kardeşleridir. Katoliklere sesleniyorum; bana kâfir demekten yorulduklarında yahudi desinler!" diyen ve hemen tüm hocalarının “kabalacı” olması bir yana, yahudi ansiklopedisi Judaica’da “gizli yahudi” olduğu söylenen protestanlık kurucusu Martin Luther’in, bugün hem mason, hem siyonist, hem kabalacı, hem satanist, hem ezoterik-okültist, hem materyalist, hem şamanist, hem de kendince hıristiyan olmak gibi akıllara zarar bir başarıya (!) imza atan sapkın ELİT’in nasıl olup da ebeliğini yapanlardan biri olduğunu gün ışığına çıkaracaktır. Kimbilir, sadece Batıdakilerin değil, siyasî-iktisadî-askerî-KÜLTÜREL Batı emperyalizmine boyun eğmekle kalmayıp, günden güne “dünyevîleşen” ve “yahudileşen” demokrat müslümanların (!) bile “feyz aldığı” ruhanî liderin kimliğini de!..



MASON ÇORBASI VEYA TELEGRAM AŞURESİ

Dünyayı -hâlâ!- yöneten ama artık iyice tökezleyen ELİT’in, hangi “aileler” oldukları hemen hemen belli olsa da, “neci” olduklarına dair bunca spekülasyon (hıristiyan, yahudi, mason, siyonist, satanist, illuminati, şaman, pagan, evanjelik, gnostik, ezoterik, okültist vs.) yapılmasının başlıca sebebi –sanıyoruz- bu. Onların “şeytanî” inançları, cümle ezoterik inançlar ve dünya mitolojilerinin yanısıra, kuantum fiziğinden, aynı şekilde başta şamanizm olmak üzere mevcud (semavî yahud değil) inanışlardan devşirilmiş türlü sembol, kavram ve pratiklerin keyfî bir “karışım”ı, yâni “çorba”sı çünkü. Uhrevî değil, dünyevî ve şeytanî bir “çorba” bu; bir diğer ifâdeyle, “zehir”in tâ kendisi. Bugün böyle olan, geçmişte de böyleydi kimi zaman. Belki tüm “şeytanî” çorbaların bu ortak vasfını, “Mezopotamya Mitolojiisi veya Kürt Mitolojisiinin Kaynakları” başlıklı makalesinde ele aldığı “Yezidîlik” –ki Şeytan’a taparlar- çerçevesinde şöyle misâllendirir Sezai Kırlangıç:

- «Yezidîlik de, bu bakımdan, kavmî anlamda Türk, Kürt, Arab, Rum ve Ermeni kökenleri barındıran, inanç anlamında ise Yahudilik, Zerdüştîlik, Hıristiyanlık, Müslümanlık, Paganizm (Putperestlik), Manizm, Budizm, Hinduizm gibi farklı dinlerin bir karışımını andıran bir anlayış belirtir. İran ve Irak’ta yaygın olan Yaresan ve bazı Şiî-Alevî inançlarıyla, birbirilerinin aynı olan birçok ortak yönü de mevcudtur.

Bu karışım Yezidîlikte de görülür ve hem Zerdüştlüğe (iyilik ve kötülüğün mücadelesi), hem Maniliğe (irfan), hem Yahudiliğe (beslenme ile ilgili hükümler, haram yiyecekler), hem Hıristiyanlığa (vaftiz, ekmek ve şarap âyini, evlenmelerde kiliseleri ziyaret, şarap içmek), hem İslâmiyete (sünnet, oruç, kurban, hac, mezar taşlarında İslâmî kitâbeler), hem bâtınî-Rafizîliğe (inancın gizliliği, vecd, şeyhe saygı), hem Sabiiliğe (tenasuh ve ruh göçü), hem Samaniliğe (gömme âdeti, rüya tabiri ve dans), hem de Paganizme (Ay ve Güneşe tapma) âid bazı unsurları bünyesinde toplayan ve kökeni yeterince açık olmayan bir inanç sistemi çıkar karşımıza.»

ELİT’in “yeni dünya dini” projesiyle YENİDEN gündeme gelen bu zehirli “inanç ve tatbik çorbası”nın Türkiye’deki temsilcileri arasında ise, geçmişte Dost Tarikatı olarak bilinen, onun “devam”ı hâlinde şimdilerde Anadolu Aydınlanma Vakfı etrafında toplanan Atatürkçü bir “çevre” özellikle dikkati çekiyor. Us Düşün ve Ötesi diye bir de internet dergileri olan bu grubun başındaki Metin Bobaroğlu adlı kişi, sözkonusu “çorba”ya daha şık ve “meşreb”lerine uygun bir “isim” bulmuş, her zeminde onu empoze ediyor: “AŞURE”! Bobaroğlu’nun 2009 senesinde ATV-Avrupa televizyon kanalında yayınlanan programının adı da aynı: “AŞURE”!..

Dost Tarikatı’nı bilenler bilir; İBDA Mimarı’na Kartal Cezaevi döneminde Telegram işkencesi yapan, MGK’nın Telegram cihazını ellerine tutuşturduğu Atatürkçü bir klikti bu. Başındaki emekli istihbarat binbaşı İhsan Güven “kim vurdu”ya gitti ve “onu bunlar vurdu” denilerek yargılanan İBDA bağlıları da, “anayasal düzeni silâh zoruyla değiştirmeye teşebbüs ettikleri” için ağırlaştırılmış ömür boyu hapse çarptırıldı. Böyle olunca, Ömer Emre Akcebe gönüldaşımızın dikkatimizi çektiği “denklem” sâbit oldu: “İhsan Güven eşittir Telegram, o da eşittir anayasal düzen”. Tabiî sonucu da şu: “Anayasal düzeni işleten MGK’nın Telegram uygulamasına ve uygulayıcısına silâhlı muhalefetten dolayı, ağırlaştırılmış ömür boyu hapsine...”. Her neyse, işte bu İhsan Güven ve takımının bayraktarlığını yaptığı “AŞURE”yi şöyle anlatıyor İBDA Mimarı; Telegram adlı eserinden naklediyoruz:

- «Hususen, materyalist mistiklerle, kuantum fiziğinin örtüşmelerini sağlamaya çalışan bir alt yapı üzerinde, herkesin keyfine göre oluşturduğu ve oluşturabileceği, modern şaman görüşleri; AŞURELERİ. (...)

Rezillerin en rezili insanların, aşağılığın en bayağısı tertiblerle ve benzerleri arasında da gerçekten sefillerin en sefili düşünceleri-AŞURELERİ adına beni yok etmek veya “mankurt adam yapmak” istemeleri, aslında benim şahsımda davama duyulan korkudan, -1999 Metris ve Bandırma destanlarındaki gerçeklemelerden-, ve söylemeliyim; lisân-ı hâl ile tersinden gösterdikleri hayranlıktandır. (...)

Devlet için, devlete rağmen... T.C.’nin İsrail’le yakınlaşmasını da hatırlatarak belirtelim ki, yahudi mistisizmi ve okültizmi içinde şekillenen ve “rejimi ne olursa olsun, aslolan devlettir; İsrail devleti sonsuza kadar yaşayacaktır ve bunun için gereken herşey yapılır!” diyen yapılanmanın bir aplikesi olan sözkonusu odaklar, işbirliği hususunda da onlarla son derece içiçedir; “terörle mücadelede işbirliği” adı altında, İsrail’de eğitildiler ki, işin bu kısmı zaten resmîdir. Bu hususu bilhassa, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden sonra terfien yükseldiği basamaklar ve nihayet DYP’nin İçişleri Bakanlığı’nı yapan M.A, işin içinde olarak pek iyi bilir. “Bütün insanlar, yahudilere hizmet için yaratılmıştır!” dinî anlayışı yerine, “bütün insanlar, Türk’ten geldi, Türkler de Atatürk’ten; bütün insanlar hâkimiyetimize girecek!” anlayışı; bahsettiğimiz rastgele katıştırmalardan meydana gelmiş alt yapı AŞURESİNDE, yahudî okültizmi yanında, alevî mistisizmi ve “alevden alevî” dedikleri zerdüşt motifler ve Orta Asya Şaman unsurlar esaslı bir yer tutarken, iflâh olmaz bir İslâm düşmanlığı asıldır. Lâfta Türk ve Türkçü, sebeb ve netice hâlinde Yahudi uşağı bir yapılanma!

İ.G, riyazî bir kat’iyyetle (!) söylüyor:

- “Musevîler’in 10’da dokuzu Türk’tür; ilmi olarak. Arthur Koestler diye bir adam, güzel bir kitab yazmış. Eşkinaziler var ya, çoğu Türk!”» [9]

Peki Metin Bobaroğlu`nun Alevî-Bektaşîlerin internet forumunda reklam edilen "AŞURE" adlı programında hangi konular işleniyormuş acaba? Verdiğimiz “link”ten öğreniyoruz ki, şunlar var bu "AŞURE"nin içinde:

- «Bektaşilikte Temel Sembollerin Açılımı... Alevi İnancında İkrar ve Edep... Nil Deryasında Asa; Hermes Kültürü... İnanışlar ve Kültürlerde 7 Rakamının Açılımı... Turna Semahı`nın Simgesel Anlatımı... Süleyman Yıldız`ın Yorumu ile `Hazreti Şahın Avazı` Deyişi... Sohbet Meyhanesinde Aşk Şarabı... Kandilin İçinde Fitil Olan Nedir?.. Süleyman Mabedinin Simgeselliği... Mevlana ve Sema... Haç Simgesi Neyi Anlatır?.. Diyonizos`ta Gezinti... Hz. Muhammed’e Kıble Olan Hz. Ali`nin Kabede Doğumu ve Hz. Fatıma... Kemal Yıldız Dede`nin Dilinde `Ey Zahid Şaraba Eyle İhtiram’... Anadolu Bilgeliğinde `Kendini Bilmek`ten Kastedilen Nedir?.. Bilim Adamlarının Röportajlarında `Kendilik` Kavramı... Zihin ve Saf Şuurdan Kasdedilen Nedir?.. Anadoluda Yaşamış Olan Luviler Kimlerdir?.. İyonya Felsefe Okullarının Önemi... Dedeler `Gönül` Derken Neyi Kasdediyorlar?.. Alevi Geleneğindeki Boz Atlı Hızır Söylemi Ne Anlama Geliyor?.. İslam Tasavvufunda Yeşil Renk ve Kadim Bilgelikte `Balık` Simgesi... Carl Gustav Jung ile Hızır İlişkisi... Tahtacılar ve Hıdırellez Geleneği... Anadolu`da Apollo - Kibele Kültünün Sembolik Açılımı... Kemter Dede... Mehmet Saraçel Çelebi... Tunceli Hozatlı Ahmet Dede`nin Yorumu ile Kaf-Ü Nun Deyişi... Kaf ve Nun Emri Nedir?.. Kabe Kavseyn Ne Anlama Gelir... Allah`ın `Biz` Hitabı; `Biz` Derken Kasdedilen Nedir?.. Dursun Gümüşoğlu Röportajıyla Alevilik ve Şamanizm... Yaradılıştaki `Ses`... Kozmostaki `Aum` Sesi... Kirlian Fotografisi ve Aura... Tasavvufta `Ayna` Kavramı Neyi Simgeler?.. `Ali` Kimdir?.. Dede-Baba Kavramlarının Kökeni; Dursun Gümüşoğlu Röportajı... Eril-Dişil Bütünselliği... Ney Nedir? Neyzen Selçuk Röportajı... Kuantum Fizik Deneyi; Dalga Parçacık Sorunu; Prof. Haluk Berkmen Röportajı... Sadık Gürbüz`ün Yorumu ile Hilmi Dede Baba`nın `Ayine Tuttum Yüzüme, Ali Göründü Gözüme` Deyişi... Tokat Zileli Kemal Yıldız Dede’nin Sesinden Edip Harabi’nin ‘Ey Zahit Şaraba Eyle İhtiram’ Deyişi... Kadim Bilgelikte ‘Şarap’ Sembolizması... Neyzen Tevfik... Toplanma Çadırı-Mabet... Haç İşaretinin Anlamı ve Sembollerin Dönüşümü... Hz Ali’nin Kabe’de Doğumu... Alevi Cemlerinde Coşku... Dionysus (Diyonizos)... Hasan Çıkar Dede Röportajı; Akıl ve Aşk... Melamilik-Melamet Nedir?.. Orta Asya’da Başlayan ‘Melamilik’ Yolu... ‘Özeleştiri’ Kavramının Açılımı... Veysel Karani’de Melamet Hali... Sinoplu Diyojen... Pir Sultan Abdal’ın ‘Hırka Bir Derviştedir’ Dediği ‘Derviş’ Kimdir?.. ‘Namus’ Kavramının Açılımı... ‘Miraç’ın Batıni Yorumu... Pitagoras ve Semavat... Kudüs Neden Dünyanın Kalbidir?.. Özbek Şeyh Abdülaziz Buhari Sohbeti... İsrail’in Yaşamına Hayat Veren Kibbutz Geleneği ve Ahilik... Bahailik Dini... Musevi Sufi Rabbi Menachem Fruman ile Sinagog’ta Sohbet... Kudüs’te Bektaşi Müzikleri Dinleten Yakub’un Sohbeti... Dürziler ve İsrail’e Geliş Hikayeleri... Dersimli Pir Düzgün Baba... Metin Kahraman’ın Sesinden ‘Düzgün Baba’... Hz. Süleyman’ın Mabedi ve Simgeselliği... Batı Duvarı (Ağlama Duvarı) Neden Önemlidir?.. Hz. İsa’nın Çarmıha Gerildiği Golgota Tepesi ve Hz. İsa’nın Hikayesi... Etiyopyalı Siyahi Derili Yahudiler ve Melike Belkız’ın Hikayesi... Kızılbaş Kime Denir?.. Metin Kahraman’ın Yorumu ile ‘Ben Kızılbaşım’ Deyişi...» [10]

Daha önce sözünü ettiğimiz “ÇORBA” yahud şimdi unsurlarını sıraladığımız “AŞURE” vesilesiyle görülüyor ki, “anti-emperyalist mücadele” yürütenler, ister emperyalizmin ciğerini okumak istesinler, ister emperyalizmin işbirlikçilerini tanımak istesinler, ister emperyalizmin panzehirini bulmak istesinler, isterse emperyalizmin dünya hâkimiyetini hangi araç ve metodlarla kurduğunu öğrenmek istesinler; “sade suya tirit” bir anti-emperyalizm gevezeliğiyle ömür tüketmek yerine, emperyalizmin hangi “kültürel altyapı” üzerinde yükseldiğini de araştırmak zorundadır. Bu “kültürel altyapı” araştırmasına din, felsefe, bilim ve siyaset tarihi gibi sahalar girdiği gibi, mitoloji, parapsikoloji, gnostizm, okültizm ve diğer “ezoterik-batınî” gelenekler, ekoller veya örgütler de dahildir.

Dünyayı yöneten ailelerin hemen hemen “belli” olduğunu söylemiştik. Aşağı yukarı tüm kaynaklarda bu şekilde geçtiği üzere, “başlıcaları” olarak, Rothschild, Warburg, Rockefeller, Du Pont, Russell, Onassis, Bundy, Freeman, Kennedy, Collins, Astor, Li aileleri yahud buna eklenebilecek başka birkaçıdır bunlar. Hıristiyan-yahudi ve diğerlerinin bulamacı içinde “satanist” oldukları kadar, aynı zamanda “MASON”durlar. Geçmişten bugüne Tapınak ve Malta Şövalyeleri’nden, Gül Haç’tan, İlluminati’den, Skull and Bones’tan, Bohemian Grove’dan ve bunlar gibi irili ufaklı diğer “gizli” MASONİK örgütlerden kök alan; aşağıda hikâyesini anlatacağımız satanist “zihin kontrolü uzmanı” Doç. Ümit Sayın’ın sözünü ettiği meşhur “ORDO AB CHAO” yâni “Kaostan Düzen” MASONİK şiarını dünya kültür, siyaset ve ekonomisine –“TRAVMA temelli zihin kontrolü” teorisine de!- tatbik eden; yine bu çerçevede “globalizm ve yeni dünya düzeni” cereyanını açan; bu yüzyıl başlarından itibaren de TAVISTOCK “çatı örgütü” altında tüm dünyayı hâkimiyet “masa”larına bölerek, karşımıza “daha görünür” CFR, Bilderberg ve Trilateral Komisyon gibi oluşumlarla çıkan “ahtapot” gibi bir yapılanma. Bugün dünya siyasetine hâkim görünen figürler de, ya bizzat bu “gizli” örgütlerin mensubları veyahud da göstermelik birer “manken”den ibarettirler. Çünkü gerçek iktidar, kuklaların iplerini tutan bu “gizli” mahfillerdedir. Bunların “iradesi”ni Türkiye’de hayata geçiren temsilcileri ise, hemen her alanda köşebaşlarını tutan, Anadolu’nun kaymağını yiyip artıklarını biz “köleler”e bağışlayan ve MGK marifetiyle hemen her istediklerini yaptırtan “3000 aile”!..

Evet, bunlar MASON’dur ama bunların masonluğu da aynen satanistlikleri gibi çok farklı ve “üst seviye”dedir; dünyadaki başka yüzbinlerce “alt seviye” masonunki gibi değildir. Hele araştırmacı-yazar Aytunç Altındal’ın çok doğru tesbitiyle, Türkiye’deki çoğu “mason geçinen fason”unki gibi hiç değildir.

Türkiye’nin kimi “uluscu”ları gibi, bir yandan bu aileleri “emperyalizmin ağababaları” olarak lânetlerken, diğer yandan onların “materyalist mistik” iç dünyalarını ve kendilerine has şeytanî “masonluk” niteliklerini hafife veya dalgaya alırsak, aslımız ve biricik “panzehir”imizi de “irtica” diye damgalarsak, işte bugünkü gibi onların her bakımdan “kültürel emperyalizm” tornasından geçmiş olunduğu hâlde onlara kafa tuttuğunu sanmak gibi komikliklere düşülür.

Türkiye’deki her “uluscu”, mason karşıtı değil tabiî. Bunların ya mason ya mason işbirlikçisi olanları arasında, yukarıda kendilerinden çokça bahsettiğimiz Atatürkçü “Dost Tarikatı” ve onların devamı hâlinde “Anadolu Aydınlanma Vakfı” çevresi de var. Bunların şu ânki şefi olan ve maktûl İhsan Güven için internette özel bir sayfa açıp, ortak “ruhanî liderleri” İsmail Emre’den metinleri sitesinin baş köşesine koyan Metin Bobaroğlu hakkında, toplantılarına katılan biri bakınız neler diyor:

- «Kendisini bilmem, çok şey biliyor felan olabilir ama çevresindeki insanların yapısının genel hatlarını belirledim. Uzun zamandır grubun MASON ÖZENTİSİ toplantılarına canımın istediği vakitlerde gidiyorum. Kendisinin toplantılarına katılan insanların genel profili; orta üst veya üst sınıf ensesi kalın kodamanlar, anlam arayışına girmiş orta yaş krizi eşiğindeki kalbürüstü ulusalcı-kemalist emekliler ve yine ulusalcı-kemalist zengin çocukları.» [11]

Vakfın internet sayfasına girdiğimizde bizi karşılayan “sevgili dostumuz barış aktivisti ve yazar James O`Dea`nin Aramice olarak seslendirdiği İncil`den bir ayeti online dinleyebilirsiniz” şeklindeki “hizmet” duyurusunun altında, vakfın yayın organı Us Düşün ve Ötesi dergisinin reklamını görüyor ve oradan derginin ana sayfasına geçip, dergi yazarları arasında “en sık okunan yazarlar” acaba kimlermiş diye bakıyoruz. Kendi sıraladıkları listeden takib ederken, internet kaynaklarından haklarında elde ettiğimiz bazı bilgileri de bu arada sizlerle paylaşalım:

Birinci isim, Aykut Yazgan; tam 28 yıl masonluktan sonra, -dediğine bakılırsa- 30. dereceden ayrılma bir MASON ÜSTADI... İkinci "sık okunan" yazar; Telegram`ın da ayrılmaz parçaları olan "HİPNOZ" ve "NLP" uzmanı Balkan kökenli Cengiz Erengil; bu konularda “uluslararası” sertifikaları var... Üçüncü isim, artık tanıdığımız Metin Bobaroğlu; büyük şef... Dördüncü isim ilginç; başlangıçta bunların arasında ne işi var dediğimiz, ancak Oklahoma Üniversitesi ROCKEFELLER İnsanî Bilimler Bölümü’nde “bursiyer” olarak okuduğunu öğrenince artık merak etmediğimiz “İslâmcı” bilim tarihçisi Prof. İhsan Fazlıoğlu... Beşinci “sık okunan yazar” ise, artık hiç şaşırmayacağımız üzere, “Türkiye musevî cemaatinin yayın organı” Şalom’un kendisiyle röportaj yapacak kadar takdir ettiği bir YAHUDİ: İzzet Ers... "Sık okunan" altıncı isim ise, yahudi midir bilemiyoruz ama iflah olmaz bir Yahudisever olduğu Türk ve Yahudi Kültürlerine Bir Mukayeseli Bakış adlı kitabından belli Burhan Oğuz... Yedinci isim, amansız Necib Fazıl düşmanlığıyla marûf ve İslâmcı addedilen bir yazar olarak Dücane Cündioğlu ki, Mirzabeyoğlu’ndan nefret edenler arasında onun da adının geçmesi şaşırtıcı değil... Sekizinci sıraya geldiğimizde, kendimizi bulmacanın eksik parçasını bulmuş gibi hissetmemize yol açan “ŞAMANİZM uzmanı” Doç. Haluk Berkmen... Dokuzuncu sırada, güzel sanatlar fakültesinde profesör olmasından başka hakkında kayda değer bir bilgi edinemediğimiz Mehmet Özer bulunuyor... Onuncu sırada, yine çok çarpıcı “ilgi sahaları” olan bir yazar olarak Kaan Demirdöven’i görüyoruz. Şahsın “ne uzmanı” olduğunu bir “yakın dostu” anlatıyor:

- «Gerçek bir SİMYACI. İLLÜMİNATİ ve MASON öğretilerini kendisinden dinlediğim, kafamın daha çok karışmasına neden olan fazla zeki insan. Kaan sen çok yaşa!! » [12]

“Atatürkçü Dost Tarikatı” demişken, Kartal Cezaevi’nde işbaşında olan bu oluşumun Bolu F Tipi Cezaevi’nde uygulanan Telegram’da da hâlen aktif olup olmadığını bilmiyoruz. Zaten Telegram’ı Mirzabeyoğlu’na sadece belli bir “çevre” uyguluyor anlamına gelmemelidir bu anlattıklarımız. Telegram, ister Dost Tarikatçısı, ister Susurlukçu, ister 28 Şubatçı, ister Ergenekoncu, ister NATO`cu, ister uluscu, ister diyalogçu, isterse "muhafazakâr demokrat" olsun, cümle mason, mason işbirlikçisi ve tetikçilerinin DÖNEM DÖNEM dahil olduğu bir işkencedir ve Türkiye`de MGK (Derin Devlet!) kararı gereği uygulanmaktadır. Mirzabeyoğlu’na Telegram kararının alındığı demde devletin en tepe noktasındaki ismin, o dönem “MGK’nın başı” olduğu kadar 28 Şubat darbesinin de başı olan, ancak asıl önemlisi, dünyayı yöneten MASON-SATANİST-SİYONİST ELİT’in has adamı ve MASON ÜSTADI olmakla meşhur Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olduğunu söylemek, ilâve izâha ihtiyaç bırakmayacaktır.



TELEGRAM’IN ARDINDAKİ SATANİST MAHFİLLER

Devletin “gözbebeği” bir “istihbarî işkence” cihazı ve uygulaması olan Telegram’ın –hâliyle!- “resmî” sorumlusu olarak MİT görünmekte ve parmaklar orayı işaret etmekteyse de, “MİT nedir ki? MİT’e gelinceye kadar devletin 8 tane başka örgütü var. MİT, adını duyduğunuz kurumdur” [13] diyen Aytunç Altındal’ın sözleri de yabana atılır cinsten değil. Neticede, Telegram’ı devletin tepe noktasındaki herkes biliyor, ancak “görevli-muvazzaf” personel veya “çevre” değişebiliyor.

Kuruluş gününden bugüne Türkiye Cumhuriyeti, bilindiği üzere, bağımsız, yâni "kararlarını kendi alan" bir ülke değildir. Halka karşı İslâm düşmanı “emperyalistlerin çıkardıkları çizmeleri”, T.C. vatandaşı işbirlikçi “idareciler” giymiştir yalnızca. Bu bakımdan, bir diğerine nazaran "nitelikleri değişen" Telegramcılar ve destekçilerinin yegâne ORTAK noktası da, "Şeytanî Dünya Düzeni" değerlerine ve bu düzenin ELİT efendilerine "şaşmaz" sadakatleridir. Bu yüzdendir ki, istisnâsız hepsinin baş düşmanı ve baş hedefi, ELİT`in baş düşmanı ve baş hedefiyle aynıdır: "Hâkimiyet Hakkındır" şiarını yükseltip Dünya İslâm Birliği`ni (BOP değil!) kurma ideali ve bu davanın “bir numaralı” idealisti Salih Mirzabeyoğlu! Çünkü Mirzabeyoğlu, emperyalistler ve işbirlikçilerinin koyduğu “normlar”ın dışına çıkıyor ve başka herkesi “torna”larından geçirebildikleri o NORMAL “beyin yıkama” metodlarından zerrece etkilenmiyor. Öyleyse ona daha farklı ve doğrudan bir “cerrahî müdahale” yapılması, hâkimiyetlerine başkaldıran bu “ur”un hiç acımadan “kesilip atılması” gerekiyor. Aynen CIA doktoru Prof. Delgado’nun alenen ifşâ ettiği gibi...

Telegram’ın “babası” Prof. Jose Delgado, “niçin Telegram?” sorusuna cevabı, üstelik Amerikan Kongresi önünde açık açık veriyor. Delgado’nun sayısız İngilizce kaynakta geçen 24 Şubat 1974 tarihli o meşhur sözü:

- «Toplumumuzun siyasî kontrolü için bir psikocerrahî programına ihtiyacımız var. Amaç, zihnin fizikî kontrolüdür. Kendisine sunulan normdan sapan ferd, cerrahî olarak kesilip atılabilir. Ferd, en önemli gerçeğin kendi varoluşu olduğunu düşünebilir, fakat bu yalnızca onun bakış açısıdır. Bu bakışta, tarihî yaklaşım eksiktir. Oysa insanoğlunun kendi zihnini geliştirme hakkı yoktur. Bu tarz liberal bir yaklaşım kulağa hoş geliyor tabiî. Ancak, beyni elektrikî olarak kontrol etmeliyiz. Bir gün ordular ve generaller, beynin elektrikî uyarımıyla kontrol edilecektir.» [14]

Velhâsıl, şu cumhurbaşkanı gitmiş bu cumhurbaşkanı gelmiş, şu başbakan gitmiş bu başbakan gelmiş, şu tetikçi gitmiş bu tetikçi gelmiş, şu genelkurmay başkanı gitmiş bu genelkurmay başkanı gelmiş, şu MİT müsteşarı gitmiş bu MİT müsteşarı gelmiş, şu emniyet müdürü gitmiş bu emniyet müdürü gelmiş, yâni etkili-yetkili makam ve mevkîlere "kimler" gelmiş yahud "kimler" gitmiş, bu yüzden hiç farketmiyor; Mirzabeyoğlu gibi "tam bağımsız" ve "İslâmî Dünya Düzeni" idealine baş koymuş YEGÂNE fikir ve aksiyon adamı, bu sebeble her devrin "baş düşmanı" ve "birinci işkence ve imha hedefi" olarak görülüyor.

Kısacası, Telegram`ı "tek bir kişi" veya "tek bir kesim" yapmıyor. Başa gelen-getirilen ve dünya hâkimi "şeytan"lara sadık cümle işbirlikçilerin eline bu cihaz tutuşturuluyor. İsterse kendi aralarında kanlı bıçaklı olsunlar ve "Şeytan’a en iyi hizmeti ben ederim!” rekabeti içerisinde bulunsunlar.

Şeytan’a hizmet etmek ve tapmak derken, bunları “mecazî” anlamda vurguladığımızı düşünenler varsa yanılıyor. Genelkurmay’ın “zihin kontrolü danışmanı” olduğunu kendisi söyleyen, İBDA Mimarı’nın Telegram adlı eserinde de isminin “altı çizilen”, Ergenekon’dan hapse girmesiyle çıkması bir olan (“azılı suçlu”ların bile “millî güvenlik” adına kullanılması teâmülü gereği, Telegram bahsinde “devlet” için yapacakları veya yarım bıraktığı işler var galiba!), yine ve elbette MASON olan farmakolog “adlî tıbçı” Doç. Ümit Sayın, bakınız Aydınlık dergisi haber müdürü Adnan Akfırat’a “Lüsifer-Şeytan”a taptıklarını nasıl fısıldıyor. Burada ayrıca ilginç olan husus ise, “uluscu”ların önde geleni Doğu Perinçek’in de “dış bağlantılı” üst seviye bir MASON oluşu. Türkiye’yi yöneten siyasetçi, bürokrat, asker, polis, istihbaratçı, işadamı, akademisyen takımının nasıl –neredeyse- baştanbaşa MASON olduğu ve “her anlamda” DÜNYA MASON ELİTİ’nin emrinde çalıştıklarını görmek de, -bilmeyenler için- çok çarpıcı.



13'ler konseyi


Birçok komplo teorisyenine göre; dünyayı "13'ler Kraliyet Konseyi" denen dünyanın en zengin ve güçlü aileleri yönetmektedir. Dünya, 13'ler Kraliyet Konseyi'nin, 300'ler Komitesi'ne verdikleri emirler doğrultusunda yönetilmektedir.

İlluminati örgütünün hedefi, başkenti Kudüs olan tek bir dünya devleti kurmaktır. İlluminati'nin güç şebekesi, dünyanın en güçlü kişilerinden, yatırımcılarından, şirket başkanlarından ve siyasilerden oluşuyor. İç çember denilen en tepedeki 13'ler Kraliyet Konseyi'ne bağlı 300 kişi, 13'ler Kraliyet Konseyi'nin alt kadrosunda yer alıyor ve talimatlarını yerine getiriyorlar.

“İç çember” üyelerinin ortak özelliği: “Dış İlişkiler Konseyi, Bilderberg, Trilateral Komisyon, Mahson Tarikatı, Kafatası ve Kemik Tarikatı, Apsen Enstitüsü, Malta Şövalyeleri, Opus DEi, Roma Kulübü, Bohemian Grove, Dünya Ekonomik Forumu, Dünya Federalleri” üyesi olmaları. Yılda bir kez bir araya gelen İlluminati üyeleri, hedefledikleri dünya devletini kurmak için planlar yapıyorlar. Bu planların içinde çeşitli ülkelerde ekonomik krizler çıkararak, ülkeleri sömürmek, savaşlar çıkarmak, çeşitli hastalıklar icat etmek, nüfus azaltıcı çalışmalar yapmak ve etnik temizliği desteklemek, “11 Eylül 2001 saldırısı” örneğinde olduğu gibi terör meydana getirmek ve “anti-terör” yasaları çıkarmak yer alıyor. Onların dili, sembolizm ve her yerde sembolleri var. Pergel ve gönye, obelisk, piramit, pentagram, 5 köşeli Yıldız, 6 köşeli Yıldız vb. işaretler, Washington'dan Vatikan'a her yerde... Hedefleri, haritaları değiştirmek ve insanları köleleştirmek. [1]

İlluminati, aslında 13 adet eli kanlı ailenin referans ismidir. Tabiî ki, onların soyları da buna dâhil. İsrail'in 12 kabilesi ve bir de kayıp olan kabileye atıftır. Bu aileler, aynı zamanda birçok gizli teşkilâtın ve devlet bürokrasilerinin de üst düzey üyeleridir. İlluminati hiyerarşisi içinde çeşitli komiteler mevcuttur. Sıradan insanlar, bunu bilmezler ve daha kötüsü ilgilenmezler. İllumunati'nin en üst seviyedeki komiteleri, Konsey 3, Konsey 5, Konsey 7, Konsey 9, Konsey 13, Konsey 33, Büyük Mür'id Konsey, 300'ler komitesi (Olympians-Olymposlular) ve 500'ler komitesidir. Görüldüğü gibi, İlluminati üst düzeyi kendilerini 'Olympos Pantheonu-Olympos İlâhlar Meclisi' olarak kabul ediyorlar ve Eski-Yeni Dünya Düzeni'nin tepe noktalarında oturduklarını vehmediyorlar. 300'ler Meclisi'nin (Komitesi) amacı şöyle belirlenmektedir: [2]

«Kalıcı, seçilmemiş (feodal sistem formunda, meclis tarafından atanmış) herediter (ailevî) oligarkların egemenliği altında, tek bir dünya hükümeti ve tek birimli para sistemi. Bu Tek Dünya antitezi (varlığı) içinde, kitleler, aile başına düşen çocuk sayısı gibi mevzûlarda kısıtlamalarla hudutlanacaklar ve hâkim sınıfların hizmetine uygun, 1 milyar kişi kalana dek savaş, hastalık, açlık gibi sebeplerle tecriden tasfiye olacaklardır.

Orta sınıf olmayacaktır sâdece egemenler ve hizmetkârlar olacaktır. Bütün kanunlar (dünyada), legal bir sistem altında, dünya mahkemeleri pratiğine bağlı olarak birleşik bir kanun (cezâ) koduna münâsib, uniform (tek biçimli) olacaktır. Bu kanunlar (işleyiş), Tek Dünya Hükümeti Polisi ve Tek Dünya Ordusu tarafından desteklenecektir ve bu tek dünyanın (millî) sınırları olmayacaktır. Sistem, Refâh Devleti temelinde yapılanacaktır; İtâatkâr olanlar ve hizmet edenler (işe yarayanlar) yaşamlarını sürdürme hakkıyla ödüllendirilecekler; çeteleşenler ise öldürülecek veya kanun dışı olarak ilân edileceklerdir. Bunun anlamı, bu 'kanun dışı' insanları herkes öldürebilme hak ve yetkisine sahip olacaktır (…be declared outlaws, thus a target for anyone who wishes to kill them). Şahsî ateşli silahlar yasaklanacaktır.» [3][2]

Doların da üzerinde bulunan 13 kademeli piramit, dünyaya hakim olmak isteyen Siyonistlerin teşkilat şemasıdır. Bu işareti İlluminatlar ,1 Mayıs 1776 yılında sembol olarak almışlardı. Bu tarihe atıfta bulunmak için de piramidin en alt katına (dolar üzerinde) MDCCLXXVI tarihini atmışlardır. Bu, zannedildiği gibi bağımsızlığı simgelemez. İşte bu piramidin zirvesinde Lucifer; ya da kendi deyimleriyle "Evrenin Ulu Mimarı"nın gözü vardır. Altında üç kabalist; sırasıyla 13'ler meclisi, 33'ler meclisi, 300'ler kulübü vardır ve bunlar asla görünmezler. Hiç kimse bunların kim olduğunu bilmez. Onların altında yalnızca ucu görünen fakat kimsenin içinde ne olduğunu bilmememsi gereken ve de bilmeyen teşkilatlar gelir.[4]

Yukarıda da bahsettiğimiz üçgenin içindeki göz sembolü, , nihâî gâyeyi temsil etmektedir. Nedir bu nihai gaye: Lusifer, yani Mason ilâhının gözü... Bu göz, “Cenâb-ı Hak, her şeyi görür.” gerçeğinin karşısında "Bizim ilâhımız da her şeyi görür, hatta her şeyi daha iyi görür." iddiasını temsil etmektedir. Bu göz, Lucifer, yani Şeytan'ın gözüdür. Eğik bakmaktadır ve şaşıdır. Masonlar, birbirleriyle tanışmak için bu parolayı kullanmaktadırlar. Karşılaştıklarında toka yaparken bir yan sağ ellerinin baş parmağı diğerinin eline özel şekilde bastırmakta ve gözlerini de bu resimde olduğu gibi eğik olarak tutarak aşağıya doğru bakmaktadırlar. Siyonizm'in inancına göre Şeytan, Cennet'ten kovulduktan sonra şimdi yeryüzünde “Ben-î İsrail”e (İsrailoğulları'na) mensup insanlar vasıtasıyla (haşa) Cenâb-ı Hak'tan intikam alacakmış. Siyonizm'in temelinde işte böylece “Şeytana kulluk yapmak” yatmaktadır.[5]

Bu piramidin en altındaki birinci basamağı “HUMANÎSMUS”, yani bütün insanlığı ifade etmektedir. Böylece bu piramit, Siyonizm'in bütün insanlığı, yani yeryüzündeki 6 milyar insanı nasıl kontrol ettiğini belirtmektedir. Bu piramitte de görüldüğü gibi dünya hakimiyetini tesis, bir diğer ifadeyle 6 milyar insanı yani bütün insanlığı kontrol için kurulan sistem gizlilik ve itaat esasına dayanmakta, en tepedeki yöneticilerin arzularının yerine getirilmesi plân ve programlarının uygulanabilmesi için bütün dünyaya yayılmış böyle bir piramit sistemi esas alınmıştır. Bu piramitte en alttaki insanlığın üstündeki kademeleri 3 grupta toplamak mümkündür:

1. Halkın içine giren ve yukarının emirlerini uygulayan saçaklar: Bunlar 3 kademe halindedir.

a. Rotary, Lion, Diner, Propeller ve YMCAb. Mavi Localarc. Önlüksüzm Masonlar

2. Ucu gözüken, büyük kısmı gizli olan kademeler. Bunlar, 5 kademedir:

a. B'nai B'rith ve Bilderberg Teşkilatları: Bu kademe, Ara Koordinasyon kademesi olup görünen en yüksek yönetim kademesidir.b. Büyük şark Locası: (Fransız mason locası teşkilatları)c. Komünizm: (Rusya mason locası)d. İskoç Locası Teşkilatı: l - 33° (İngiliz mason locası)e. York Locası Teşkilatı: (Alman mason locası)

3. Hiç görünmeyen gizli kademeler. Bunlar da 4 kademedir:

a. RT: (En üst gizli kademe: 3 Kabalistten müteşekkil en üst komuta kademesi.)b. 13'ler Meclisic. 33'ler Meclisid. 300'ler Kulübü Sanhedrin: (En üst yönetim meclisi).

En alttaki insanlık ile beraber bu kademeler 13 kademeyi oluşturmaktadır.[5] Bugün Irak'ta, Afganistan'da, Filipinler'de, Thailand'da, Endonezya'da, Lübnan'da, Filistin'de, Özbekistan'da, Kırgizistan'da, Cezayir'de, Mısır'da ve Türkiye'de olup bitenler, TEK DÜNYA DÜZENİ'nin TEK RAKİBİ olan İSLÂM'ın hedefe konulduğunu çok net biçimde gösteriyor.

Silahlar çok muhtelif: The Tavistock Institute of Human Relations (Tavistock Beşerî İlişkiler Enstitüsü-Londra). Kadınların (Annelerin) çocuk yapmalarının sakıncalarını anlatıp özellikle yabancı ailelerin beynini yıkayan bir örgüt. Bu örgütün beyni, Fritz Springmeier ve 13 aileden birine mensub. CIA'nın da projelerinden biri olan "Slides" (projeksiyonlar) kavramını Springmeier de kullanıyor ve bunun amacının "şartlanmış tip"i (conditioned type) dünyada oluşturmak olarak açıyor. Zihni yok edilen et parçası insan! Yani, beyni yıkanmış, dumura uğramış, ahmaklaşmış tip. Bunun önemli bir versiyonu Mind Control (MC - Zihin Kontrolü). Tafsilâtı almak ve vehâmeti kavramak için İBDA Mimarı'nın "Telegram" isimli kitabına bakılmalıdır. İlluminati'nin eski zihin kontrolü direktörü Cisco Wheeler'a göre, MC programlarından olan ve Monarch (Monark) ve MK Ultra olarak isimlendirilen 10 milyon insan var.

Bu programlar, zihnî travmalar oluşturulmak suretiyle mankafalaştırma ve bilâhare köleleştirme esâsına dayanıyor. Bu projenin genel ismi ise Montauk projesi. Bu projede çok mühim bir rol üstlenen Al Bielek (yahudîdir) bu projede 10 milyon kadar gönüllü kurban kullanıldığını ve zihinlerinin denetim altına alındığını belirtiyor. Bunların büyük çoğunluğu (9 milyondan fazla) ABD'de yaşıyor. Al Bielek, ABD'nin her büyük şehrinde örtülü Montauk Programming 'Centers'larinin (Montauk Programlama Merkezleri) olduğunu ekliyor.

Bu projeyi 200'ün üzerinde "think tanks" (kafa yorma kuruluşu) da finansal olarak destekliyor. Bu kuruluşların arasında Rand Corporation ve Brookings de var ve bunların hepsinin merkez üssü Stanford Research Institute (SRI, Stanford Araştırma Enstitüsü) - Menlo Park, California olarak belirleniyor.

Bu kurumların projeleri arasında, insanda çeşitli heyecânların manipülasyonu (manipulation of human emotions) oldukça öne çıkıyor. David Icke, "The Biggest Secret – En Büyük Sır" isimli kitabında, bu projede "korku" mevzusunun ziyâdesiyle işlendiğini ve insanların farklı tepkilerinin incelenerek nasıl çözüme ulaşıldığını anlatıyor. ABD'nin (kendi dışında) pilot bölge olarak Kosova'yı seçtiği ve buradan çok sayıda Arnavut'u ABD'deki merkezlere transfer ederek orada beyinlerini yıkadığı da Icke tarafından tesbit edilmiş durumda.

Seçilen kurbanlarda, belli bir iç çelişki düzeyi yakalandıktan sonra, onlara bu dünya üzerindeki demonik güçlerin (muhalif ve kötü güçler. Şeytânî güç) insanlığa zarar verdiği ve bunların tasfiyesinin şart olduğunun vurgulandığını ve insanların buna iknâ edildiğini Icke'den tâkip edebiliyoruz. Bu demonik güçler arasında kullanılan figürler şunlar: Adolf Hitler, Saddam Hüseyin, Miloshevich, Muammar Kaddafî, Usama Bin Ladin, Hugo Chavez vs. isimler var.

En son aşamada, kurbanlar bu ve benzeri isimlere karşı "freedom fighters" (özgürlük savaşçıları) olarak örgütlendiriliyor. Bunlar için, uyuşturucu şebekeleri, yerel ve genel kriminal çevreler serbest kılınıyor. NWO stratejistlerinin en çok basvurduğu yöntem bu Machiavellian yöntem. Silahlandırma, provokasyon yaratma, finanse etme vs. hepsi mevcud. En büyük propaganda kuvveti ise Medya.

13 Eylül 1999 tarihli Los Angeles Time gazetesinde, bir İlluminati alt örgütü olan Human Rights Watch (İnsan Hakları Zamanı. Saati) isimli yapı adına Yahudî Mike Jendrzejczyk şunları söylüyor:

«Barış muhafızlarının (güçlerinin) milisleri silahsızlandırma yetkisinin olması çok mühimdir ve her Endonezyalı asker, onlarla (Barış güçleri!) birlikte hareket etmektedir.»

Jendrzejczyk, "işbirlikçiliğin" önemine vurgu yapmaktadır. Barış muhafızları'yla işbirliği yapan Endonezya askerlerinin saldırdığı ve katlettiği insanlar ise Müslüman direniş güçleridir.

Bu "peacekeeping missions" (barış muhafaza misyonları) meselâ Yugoslavya'da hükümrân orduyu alaşağı etmişlerdir! Bu (misyonlar) UN Partnership For Peace (PFP. BM Barış İçin Partnerlik/İşbirliği) kurumundan başka bir şey değildir. Gönüllü ABD peşkirciliği yapan bu kurum(lar) dünya düzenine güzel güzel su taşımaktadırlar. Ama, kimse, ABD'nin Yugoslavya'ya Anthrax ve Chlamydia yaydığından bahsetmiyor. "Barış muhafızları" ise bu bakterileri veya mikroorganizmaları koruduklarını "bilmiyorlar"! Çünkü, oradaki her asker Anthrax'a karşı aşılanmış durumda.

Aynı şey, Körfez Savaşı'nda da oldu ve bir sürü mâsum hayatını kaybetti. Şimdi bakın, Irak'daki 'barış muhafızları' arasında kimler var: Japonlar, Güney Koreliler, Polonyalılar, Macarlar, Bulgarlar, İtalyanlar, Fransızlar, Nijeryalılar, Danimarkalılar, Kenyalılar, Nepalliler, Yeni Zelandalılar, Zimbabweliler, Rumenler, Moldowalılar, Gürcistanlılar vs. var. Bunlarin hepsi barış manyağı olmuş ve ABD-Britanya askerî düzeninin hizmetkârı olarak oradalar. Yeni Dünya Düzeni, işte bu.

Yeni Dünya Düzeni'nin uluslararası bankerler tarafından (Darvari ailesi, Rothschild hânedânı, Goldsmith hânedânı, Soros, Kaşıkçı ailesi, Dumba ilesi, Hagi Meitani ailesi, Mocioni ailesi, Raoul Wallenberg sülâlesi, Medici ailesi vs.) ve büyük ilâç kartelleri tarafından ciddî bir biçimde desteklendiğini belirtmek gerekir. Bunların arasında, Pfizer, Hoechst, GlaxoSmithKline, Bristol -Myers-Squibb, Johnson & Johnson, Wyeth gibi oligopoller sayılabilir. İngiltere Kraliyet Ailesi (The Royal Family of England), ve Windsor Mâlikhânesi (the House of Windsor) – ki, bu aile ve hâne Avrupa Kraliyeti'nin Germen Kolu'ndan gelir ve Saxe-Coburg-Gotha ailesi olarak da anılır. 1914 yılında isimlerini Windsor'a çevirmişlerdir- oligarşi içinde çok yüksek bir rol üstlenmişlerdir. Bu, İlluminati'nin en yüksek katlarından (upper strata of the İlluminati) biridir. İlluminati'nin sinir sisteminin merkezi (beyni) Londra'da olup Basel (İsviçre) ve Brüksel çevresel sinir sisteminin merkezleri (omurilik) olmaktadır.

Bu çarkın parçası olmayanlar tasfiye edildi: Kennedy, Ziya-ül Hak, Aldo Moro, Zulfikâr Ali Bhutto, Amiral Borda, William Colby vs.[2]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder